13 Kasım 2012 Salı

Sessizlik Muhasebeleri-2


  Bilmek, daha ağır sorumlulukları netice veriyor. Sorumlulukları layıkıyla yerine getirmemek de, o derece şefkat tokatlarına maruz bırakıyor.
  Sabır; sadece öfkeyi tutmak, hissiyatı bastırmak, kalp kırmamak, üzülmemek değil.  Sabır,  anlayabilmenin en zor ama en sağlam yolu. Rabbim yarattığı hiçbir şeyin israf olmasına müsaade etmiyor. Başımıza gelen hiçbir şey anlık değil. Bazen ufacık gördüğümüz olaylar, ömür boyu tesirini sürdürüyor. Dedim ya, anlamak için sabretmek gerekiyor. Her olay, bir vazifeyle geliyor, binbir hikmetle sınıyor, görevi bitince gidiyor ama “sabır imtihanı” , “sabır nimeti” hayatın her alanında hüküm sürdürüyor.
  En çok içimdeki hüzne sabredemiyorum ben. Üzüntüme, “Dur” diyemiyorum. Susmasını biliyorum da, durmasını bilmiyorum. Hal böyle olunca, hayra çevirmeye çalışıyorum. Belki bu denli derin yaşamamın hikmeti, beni dünyadaki her şeyden soğutup, yalnızca O’na döndürmeye itiyor. Her seferinde aynı üzüntüleri hissedip; her eşikten biraz daha dünyadan soğuyarak geçiyorum.  Yıllardır bir türlü öğrenemediğim şeyler var. Üstelik biliyorum, öğrenene kadar aynı yerden gelecek bütün sorular. Ufkum, anlamaya yetmiyor hala. Pencerelerin artması gerekiyor, başka ışıkları önüme alıp, gölgeleri değiştirmem gerekiyor.
  Gölgelerden yoruldum, hepsi birleşip karanlığım oldular. Nuruna ihtiyacım var, İlmine, Hikmetine ayna olmam lazım.  Uzaklaşmaya ihtiyacım var, en çok da kendimden… Rahmetinin gölgesinde teskin et yüreğimi. Karanlığıma bir lem’ a gönder Nurundan  ve ne olur “ene” yi unuttur hüznüme.. (Amin)
Devamını Oku

7 Kasım 2012 Çarşamba

Sessizlik Muhasebeleri- 1


 Sessizliği ruhuma zırh yaptığım günlerde, duyduğum çığlıkları yazmaya çalışıyorum bazen. Kalemi kağıdı elime her alışımda birkaç karalama yapıp, geri dönüyorum. Farkındayım düşündüklerimi yazmaktan ne kadar aciz olduğumu. Lakin duygu ve düşünce bu kadar ayrı kulvarda yürümemeli diyorum. Bir yerlerde kesişmez mi yolları hiç?
  Aklımla attığım bir adımda, kalbime takılmış prangalar tonlarca ağırlığa dönüşüyor. O ağırlıktan kurtulayım derken de aklım kalıyor geride. İkna metodlarım mı yanlış acaba?
 Mesela; duygusal yükle, akli sorumluluk azabı eşdeğer olacak anlarda ne yapmam gerektiğini bilsem de, “seçim yapmak” eylemi bütün şevkimi kırıyor. Nefsim, yaptıklarımın sorumluluğunu almaktan bile bu kadar korkarken, enem hala neyin mücadelesini vermekte?
  Acziyet duygusu,  müphem bir “anlaşılabilmek” arzusu doğuruyor bende. Önce ben anlıyorum aczimi, sonra istiyorum ki benim aczimi herkes bilsin, biraz da ona göre muamele göreyim. Bu sefer  de bildiklerimle çelişiyorum yine. Öyle ya, mü’min’in aczi yalnızca Rabbine. Demek ki, benim anlaşılmak isteğim fıtri de, fani olanlar anlasa ne çıkar? Anlaşılarak, kaçmaya mı çalışıyorum? “Bu aralar yorgunum biraz, kabuğuma çekilmek istiyorum, ondan sessizim.” Tam da bu cümlelerin öznesiyim ben işte.
  “Dünya yorucu bir savaş meydanıdır.”  Yorulmak tabii olanı benim için de. İnsan acziyetini en derinlerde hissettiği zaman, sosyallikten kopuyor ister istemez. Vakit;  Yaradana halimi anlatma vakti. Kulların bilmediklerini, Allah’ tan dileme vakti. Belki tüm seslerden uzak, belki  bütün seslerin içinde.
  Kendime fazlayım eğer Sen olmazsan ve o kadar eksiğim ki Sen tamamlamazsan… Beni, kendime yük etme! (Amiin)
Devamını Oku