31 Aralık 2012 Pazartesi

"Yeni Yıl"


                Yeni olan her şey neden kutlanır?  Yeni ev, yeni iş, yeni araba, yeni yıl. İyisiyle kötüsüyle eskisi bitti gitti, yeni gelene iyi temennilerde bulunmak lazım fikri mi var herkeste. Yeni olanın, heyecan vermesi fıtri bir hal elbette ama biz bunu da her şey gibi abartarak yaşıyoruz.
                Yeni başlangıçlar bana pek de öyle kutlanması elzem gibi gelmiyor. Bir kere geniş çapta geçmiş muhasebesi yapıp, ders alabilmeyi gerektiriyor. Yeni olması demek, benim daha güçlü, daha dik durmamı gerektiriyor ki, bu da hep daha fazla mücadele demek oluyor. İçinde her “yeni” geçen cümle beni ürkütüyor. Mesela; yeni aldığım her şey Allah’ a hesabımı zorlaştırıyor, yeni öğrendiğim şeyler, uygulamamı icap ediyor, yeni kararlar güç gerektiriyor.
                Elbette güzel hissettiren yanları da var. En önemlisi bana yeni bir şans veriliyor. İrademle düzelmesi için uğraşabileceğim yeni fırsatlar tanınıyor. Lakin başa dönecek olursam, bütün bu yenilikler, kutlamalardan çok, hafif bir irkilmeme yol açıyor. Belki de yaşlanıyorumdur. Hani küçükken yeni yaş kutlamalarımız bizim için tarifsiz bir sevinçtir ama anne-babamız kendi doğum günlerinde o sevinci yaşamazlar, hatta  babannelerimiz-dedelerimiz doğum günlerini hatırlamaz, hatırlayan kısmı da ağlayarak karşılarlar. Benimkisi de o nevi bir yeni yıla giriş herhalde. Yaptıklarım, yapamadıklarım, yanlış yaptıklarım, isteklerim…. Ve dönüp baktığımda kurduğum hep aynı cümle; “ Zaman nasıl da geçiyor öyle.”
                Müslüman olmak, en çok ümitvar olmaktan geçiyor. Yeni yıla umutla girmek lazım ama muğlak bir umuttan önce; geçen sene ne isteyip, ne kadarını yapabildiğimin muhasebesini yapabilmem lazım. Sonrasında yapabildiklerim kadar sevinip, yapamadıklarıma verilen bu yeni şans için şükretmem gerekiyor.
                Yeni yıla iyi dileklerle girmek mühim ama kuru ümit temennilerini sığ bulan biri olarak, yeni seneye girdiğimiz saatlerde dualarda buluşup, birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye edebildiğimiz bir gece diliyorum. İnsanları haramlara çağıran, tüketimin had safhada olduğu bir gecede kainatın dengesi bizim dualarımızla sağlanır belki de kim bilir? 
Devamını Oku

12 Aralık 2012 Çarşamba

Sebepleri Aşabilmek


“Yaşamak”  endişesi sarmış milleti. Ne tarafa dönsem; ya hayatını yaşamak isteyenlerin hırsına çarpıyorum, ya da yaşamak istediklerini yaşayamayanların ağlamalarına. Ne yaşadıklarına şükredebilmeyi öğreniyorlar, ne de yaşayamadıklarına Allah’ ın hayrı olarak bakmayı. Rabbim ne sabırlı, ne Kerim! Hala herkesin  isteklerini de dinliyor, gönlünün sızısını da.          
Kalpteki üzüntünün de hikmetleri var. Hikmetlerin hakkını teslim edebilmek lazım. Bir düşünmeli; Sınırsız acıları kalbinde hissedebilen insan, bu dünyada yaşamak için uğraşmakla acısını azaltabilir mi? Hadi kendini bastırıp, bir şekilde bunu başardı diyelim, ya sonra? Eline en fazla ne geçebilir bu dünya adına? Devamı gelmeyecek lezzetlerle mi kandıracak kendisini?
Dünyayı kalpten terk etmek isteyen insan, önce kendi dünyasında musibet sandığı ama aslında kendisine hayır olan olaylardan doğan feryatlarını terk etmeli. “Fıtratımda hüzün var” deyip, kaçılmıyor. Verilen o hüzün nimeti acaba neden bende var diye kaçımız düşündük ki? Belki de kızdık kendimize, “Ben neden böyleyim” diye. Öyleyse, önce duyguları Hakka eriştirmek gerekli.
Bir husus daha var ki; bu benim de en çabuk hataya düştüğüm konu. “İnsanlara kızmak”  Çok tabii gelişen bir duygu, refleks belki. Halbuki; insanlar sadece sebep, Yaradanın göstermek istedikleri farklı. Bazen diyorum ki, insanların kalbimi kıracağını düşündüğüm anlarda; gözümü kapatıp, unutayım karşımdakini, hatta söylediklerini de duymayayım. Cümlelerin arkasını görene kadar gözümü de ağzımı da açmayayım. Allah yardım eder de görürsem sırrını, gözümü açtıktan sonra, benden daha güçlüsü olabilir mı?
            Ömür geçiyor. Ne kadar vaktimiz kaldı bilinmez. En azından  tefekkür etmekle başlayıp, yaşayıp,  uygulamayı istemek lazım.  O’ nun hazinesi geniş. Bir ömürde alamayacağınız huzuru, tek nefesinize sığdırmak da O’nun iradesinde. Arayışınızı görüp, ahirette sonsuz saadetle size cevap vermek de. 
Devamını Oku

2 Aralık 2012 Pazar

Gönül Çatışmaları


Şimdi hangi yağmuru bekliyorsun gönlüm?
Yetmedi mi bu kadar zulüm kendine?
Bitmedi mi yaşın, yıkımın, vedan?
Ne zaman ayağa kalkmak niyetin?
Nicedir bekliyor dimağım kendine gelmeni
Ama yok, sen illa paramparça edeceksin kendini!
Hangi yoldan sağlam döndün, bîçare serseri!
Bilmem ki daha kaç dönülmez akşam geçmeli?

Ufka bakan pencerelerini kapattıkça,
Maziye çevirdin yönünü.
Sana mı kaldı sorgusu suali?
Hikmeti görebilmeyi umud ederken,yuvarlanıp düşeceksin,
Sürünerek çıktığın merdivenleri!

Şimdi hangi nöbettesin karanlığın ortasında?
Uykularını def edip, ışık mı ararsın katran karalarda?
Kapat hadi gözlerini,
Tut ki zil zurna sağırsın herşeye,
Tut ki yürüyemiyorsun; ne maziye, ne müstakbele!
Tut ki kendini, ben yol alayım kendime!

Şimdi hangi sessizliğe saklandın ey gönlüm?
Tut ki kayboldum zihnimin çıkmazlarında,
Gayri, benden hayır yok artık sana!
Bunca yıl çektim kahrını,şimdi sus da, yol ver bana!
Devamını Oku

13 Kasım 2012 Salı

Sessizlik Muhasebeleri-2


  Bilmek, daha ağır sorumlulukları netice veriyor. Sorumlulukları layıkıyla yerine getirmemek de, o derece şefkat tokatlarına maruz bırakıyor.
  Sabır; sadece öfkeyi tutmak, hissiyatı bastırmak, kalp kırmamak, üzülmemek değil.  Sabır,  anlayabilmenin en zor ama en sağlam yolu. Rabbim yarattığı hiçbir şeyin israf olmasına müsaade etmiyor. Başımıza gelen hiçbir şey anlık değil. Bazen ufacık gördüğümüz olaylar, ömür boyu tesirini sürdürüyor. Dedim ya, anlamak için sabretmek gerekiyor. Her olay, bir vazifeyle geliyor, binbir hikmetle sınıyor, görevi bitince gidiyor ama “sabır imtihanı” , “sabır nimeti” hayatın her alanında hüküm sürdürüyor.
  En çok içimdeki hüzne sabredemiyorum ben. Üzüntüme, “Dur” diyemiyorum. Susmasını biliyorum da, durmasını bilmiyorum. Hal böyle olunca, hayra çevirmeye çalışıyorum. Belki bu denli derin yaşamamın hikmeti, beni dünyadaki her şeyden soğutup, yalnızca O’na döndürmeye itiyor. Her seferinde aynı üzüntüleri hissedip; her eşikten biraz daha dünyadan soğuyarak geçiyorum.  Yıllardır bir türlü öğrenemediğim şeyler var. Üstelik biliyorum, öğrenene kadar aynı yerden gelecek bütün sorular. Ufkum, anlamaya yetmiyor hala. Pencerelerin artması gerekiyor, başka ışıkları önüme alıp, gölgeleri değiştirmem gerekiyor.
  Gölgelerden yoruldum, hepsi birleşip karanlığım oldular. Nuruna ihtiyacım var, İlmine, Hikmetine ayna olmam lazım.  Uzaklaşmaya ihtiyacım var, en çok da kendimden… Rahmetinin gölgesinde teskin et yüreğimi. Karanlığıma bir lem’ a gönder Nurundan  ve ne olur “ene” yi unuttur hüznüme.. (Amin)
Devamını Oku

7 Kasım 2012 Çarşamba

Sessizlik Muhasebeleri- 1


 Sessizliği ruhuma zırh yaptığım günlerde, duyduğum çığlıkları yazmaya çalışıyorum bazen. Kalemi kağıdı elime her alışımda birkaç karalama yapıp, geri dönüyorum. Farkındayım düşündüklerimi yazmaktan ne kadar aciz olduğumu. Lakin duygu ve düşünce bu kadar ayrı kulvarda yürümemeli diyorum. Bir yerlerde kesişmez mi yolları hiç?
  Aklımla attığım bir adımda, kalbime takılmış prangalar tonlarca ağırlığa dönüşüyor. O ağırlıktan kurtulayım derken de aklım kalıyor geride. İkna metodlarım mı yanlış acaba?
 Mesela; duygusal yükle, akli sorumluluk azabı eşdeğer olacak anlarda ne yapmam gerektiğini bilsem de, “seçim yapmak” eylemi bütün şevkimi kırıyor. Nefsim, yaptıklarımın sorumluluğunu almaktan bile bu kadar korkarken, enem hala neyin mücadelesini vermekte?
  Acziyet duygusu,  müphem bir “anlaşılabilmek” arzusu doğuruyor bende. Önce ben anlıyorum aczimi, sonra istiyorum ki benim aczimi herkes bilsin, biraz da ona göre muamele göreyim. Bu sefer  de bildiklerimle çelişiyorum yine. Öyle ya, mü’min’in aczi yalnızca Rabbine. Demek ki, benim anlaşılmak isteğim fıtri de, fani olanlar anlasa ne çıkar? Anlaşılarak, kaçmaya mı çalışıyorum? “Bu aralar yorgunum biraz, kabuğuma çekilmek istiyorum, ondan sessizim.” Tam da bu cümlelerin öznesiyim ben işte.
  “Dünya yorucu bir savaş meydanıdır.”  Yorulmak tabii olanı benim için de. İnsan acziyetini en derinlerde hissettiği zaman, sosyallikten kopuyor ister istemez. Vakit;  Yaradana halimi anlatma vakti. Kulların bilmediklerini, Allah’ tan dileme vakti. Belki tüm seslerden uzak, belki  bütün seslerin içinde.
  Kendime fazlayım eğer Sen olmazsan ve o kadar eksiğim ki Sen tamamlamazsan… Beni, kendime yük etme! (Amiin)
Devamını Oku

24 Ağustos 2012 Cuma

"Allah sabredenlerle beraberdir."


Bazı cümlelerin ağırlığını kaldıramayınca olduğu yerde bırakıp enkazını, uzaklaşmayı tercih ediyorum… Bazen daha fazla kırılmamak için, çoğu zaman o an yapılabilecek bir şey olmadığı için.
  Kısa bir süre sonra bıraktığım yere dönüp, elimde kalanları bulmaya çalışıyorum. Bir sorgulamam oluyor elbet… ”Neden” lerime cevap arıyorum. Bu bir isyan arayışı değil… İmtihan sırrını çözmeye çalışıyorum. Rabbimin dilediğini yapmak için sebeplere ihtiyacı yok,  lakin benim sebepleri görmem lazım tekerrüründen uzak durabilmek için. Aynı yola giden kapıları kapatmadan yoluma devam edemem.
  Baş edemeyeceğimi sandığım büyük acılarım oluyor içimde. Üzülmekten sıkıldığım, artık üzülmek istemiyorum dediğim bir çok anıyla dolu hafızam..Şimdi bakıyorum hepsinin adı mazi olmuş… Yaralarım duruyor olduğu yerde, zaman ilaç oluyor diyemem ama başka imtihanlara yöneldikçe rotam, diğerlerinin önem sırası değişiyor…
  Yeni metodlar arıyorum her seferinde..İyi olmak için, ayakta kalmak için, en önemlisi de yoluma hız kesmeden devam edebilmek için. Önceleri içim faklı dışım farklı oluyor… Bütün meydan okumalarım dilimde kalıp, yüreğime inemiyor… Belki o da benim duam oluyor… Zamanla düzelen şeyler de oluyor, gitgide bozulan şeyler de.. Ama birkaç zamandır uygulamaya çalıştığım şeyler var… Üzüleceğimi bildiğim olayları yaşamadan önce Allah’ a söz veriyorum; sonucu bana görüntüde şer de olsa tevekkül edeceğim diye..İnsanım ben de elbette üzülüyorum ama tek damla gözyaşımla verdiğim söz oturuyor yüreğimin orta yerine…  Kendim için bütün umutsuzluklarımı O’nun rızası için tevekküle çevirmeye çalışıyorum…
  Bazı acılar ömürlük izler bırakıyor…Sizle beraber büyüyor. İşte o acılar hayattaki anahtarınız oluyor..En büyük yaranız, en büyük hayat dersiniz olmazsa aynı şeyleri yapmaya devam edersiniz..Yaradanın eğitim metodu bu. Gerçi biz yanacağımızı bile bile gönüllü atlıyoruz o ateşe de…Nihayetinde; kendimiz edip, kendimiz buluyoruz. Kadere sitem etmek, insanlara kızmak faydasız kalıyor…
  Söylemesi kolay, bilmesi kolay, uygulaması imkansız gelse de, bazı yollara gitmek için sadece içimizdeki mücadele bile rahmete mazhar olabiliyor… Allah dilerse taşı, çiçekle kırdırabilir. Kendi ufacık ilmimizle kaderi anlamaya çalışmak neticesiz kalıyorsa eğer, tevekkül ve sabırdır tek çare.
   Ve “Allah sabredenlerle beraberdir” !
Devamını Oku

10 Temmuz 2012 Salı

İSTANBUL ' a....


  Burnumda tütüyor İstanbul..Gözlerimden yaş olup akıyor bazen..Hayalimde canlanıyor zaman zaman..Üsküdara iniyorum önce hem de bu sıcakta, o kalabalık belediye otobüsünde,isterse akbilim bitsin,sonra herkese sorayım "Akbili olan var mı?" diye..Mihrimah Sultan Camiinden,o muazzam kalabalıkla beraber karşı caddeye geçip,vapur saatini bekliyorum.İnsanları inceliyorum her zamanki gibi en çok da çocukları..Vapur gelip,kapılar açılınca kimisi koşuyor önden,kimisi  her gün gidip-gelmenin monotonluğundan sıkılmış; en arkada..Ben bitmek tükenmek bilmeyen deniz sevdamla sanki ayağımın altından zemin çekilmiş gibi uçarak gidiyorum..Dışarda, en uç taraflarda bir yere oturup,vapurun motorunun çalışmasıyla oluşan o huzurlu rengi bekliyorum ve kız kulesini aramaya başlıyorum hemen.Bir selam verip,arkamda bırakarak onu, Topkapı sarayına çeviriyorum nazarımı..İçim içime sığmıyor,sanki bir kere de ben fethediyorum baktığım her yeri..Fatih’i düşünüyorum;İstanbul sevdasını..Belki de genetiktir bu Konstantinopolis aşkı.Demir atınca Avrupa’ya,kargaşası da büyüyor bu şehrin..Her renkten insanın arasında eminönünün yokuşlarından çıkarken,esnafın hiç bıkmadan herkese “Gelinlik bakar mısınız?Pardesü mü bakmıştınız?” sorularından sıkılıp Sultanahmet meydanına çeviriyorum yine rotamı..Bir namazlık huzur bütün bir günü sarıyor bu camide..Huzurum perçinleniyor,ezan sesiyle.Dua aşkı veriyor Yaradan buraya her gelişimde.Ondandır bazen sadece namaz kılmaya karşıdan gelip,hemen geri dönmem..Bir güne sığdırmaya çalışıyorum Eminönünü,Sultanahmeti,Kapalı Çarşıyı,Beyazıtı…Ülkeler gezsem bulamayacağım o huzuru çekiyorum ciğerlerime..
   Gün batımını mutlaka bir tepeden izlemeliyim..Sonra Dönüş yolunda Kuyumcu dükkanlarını kıskandıran boğazda süzülmeliyim..Üsküdar’a her dönüşümde memleketime gelmiş hissiyle kucaklıyorum Anadoluyu..Çamlıcayı,Beylerbeyini,Kuzguncuğu,Çengeli,Beykozu..Tarih okunmaz bu şehirde,tarihin bütün satırlarının içinde gezilir..Eve dönüşüm hep en güzel yorgunluğum oluyor..

  Uzağım İstanbul’dan şimdilerde..Kimse benim kadar sevemez gibi geliyor İstanbul’u..Şimdi orda kim varsa kıskanıyorum belki de..İstanbul’da yaşayanlar bilir bu özlemi..Okuyan olursa yazdıklarımı benden selam söylesin sevdiceğime..
  Dönemiyorum İstanbul..Sadece seni görmekle susturabileceğim çığlıklarım var içimde..Bilmezler İstanbul;aradığım teselli değil,huzur..Bana sen lazımsın,anlamazlar..Gelemiyorum ama senden başka bir yere de gidemiyorum..Özledim demekle yetinemiyorum..Sevdiklerim var içinde,seni n sevginle harmanlayıp,sana sakladığım insanlar var..İyi baksınlar sana,kıymetini bilsinler;sar onların da yaralarını en az benimki kadar..Ve bekle beni,sana sakladığım hayallerim hala var..
Devamını Oku

7 Haziran 2012 Perşembe

Neye Üflenmiş Not"a"larım


Hayat,özlemekten ibaretmiş gibi gelmeye başladı iyice..Hep aynı notalara basıyorum biliyorum,ama her enstrümanda farklı çıkıyor ses.Şu sıralar "ney" den geliyor,derinden.Her gece,günün vicdan muhasebesini yaparken,kapatamıyorum hesabı.Açık veriyor,özledikçe büyüyor açıklarım..
  Bir ben değilim elbet,yaşamın kanunu bu;herkes yaşamının bi yerlerinde derin bir özlem duyuyor.Bazen daha bitmeyen birşeyi bile,"Bitince özlerim" korkusuna kapılarak yaşıyoruz hatta.Kimisi işten,güçten vakitsizlikten bastırıyor;kimisi ne yapsa derinine işliyor.Özlemleri çok fazla birikince insanın,sevdikleri de gitmeye,göçmeye başladıkça ölümü özlüyor belki de..
  Özlem bestelerinin ney'e üflenmiş notalarındayım..Ağlamaklı,derinden..Dimdik,kırılgan,içli..
  Somut kavramlar yok hayatımda,tüketmişim..Soyut,belirsiz,elle tutulamayan bir hayatı yaşıyorum.Benim seçimim mi bilmiyorum,sorgulamadan yaşamaya çalışıyorum.Ulaşılmaz,büyük hayallerim yok.Hayatıma tek bir kelime hakim,tek bir istek;"Huzur".Huzuru gerçekten bulduğum tek yer O'nun huzuru..Lakin huzura neyle çıkarım bilinmez..
  İşte ben böyle bir hal içindeyim,bulunduğum bu yerden kelimelere tutunmaya çalıştıkça,ne kadar uzakta olduğumu bir kere daha fark ediyorum.Yarım yamalak cümleler çıkabiliyo sadece içimden,kördüğüm bir zihinden fazlasını beklemek hata belki de..
  Siz siz olun tek bir enstrümanla dinlemeyin içinizi,dilerim kocaman bir orkestranız olur..
  

Devamını Oku

19 Nisan 2012 Perşembe

Lodos Vurdu Fikrime..

 Bütün kış baharı bekleyen kupkuru ağaçlarla dolu bahçemiz..Bahar geldi diye sevinip,çiçekler taktılar bileklerine,saçlarına..Tam yeni bir hayata gülümserken,lodos vurdu onları da..Seyredalıyorum bu

karanlıkta,daracık penceremden..O incecik dallar,nasıl da kırılgan aslında ama ses etmiyorlar rüzgara..Hangi yönden eserse uymaya çalışıyorlar önce..Zamanla çiçeklerinden oluyorlar,kırılıyorlar,hatta

köklerinden can verenleri de var..
  "Şüphesiz bunda düşünenler için ibretler vardır." ayeti düşüyor aklıma.Belki de önce gönlüme..Kendi daracık penceremden bakınca halet-i ruhiyeme en yakın yerden nağmeler işitiyorum

içimde..Kırılgan,naif,hassas biri olarak tanırım kendimi.Bırakın lodosu,küçücük rüzgarlarda boğulmuşluklarım,figanlarım da az değil hani..Bir ağaç kadar olamadım diyeceğim de kolay mı ağaç olmakta?Lakin akıl

nimeti var elimde ondan hicap duyuyorum söylemeye..Rüzgarların,fırtınaların nerden geldiğini unutmamak mı zordu, yoksa kırılan dallarımın acısında,tutunacak onlarca belki milyonlarca dalı hatırlamak mı?
  Oysa "Kahrın da hoş,lütfunda" Çiçek de senin,bahar da,tufan da..Kırılan dallarımdan yeni filizler verecek olan da Sensin,sonra yine kendine döndürecek olan da.
  Fırtınalarımda,bana da şu koca ağaçların incecik dallarındaki huzuru ver Ya Rabb,sen vermezsen halim harap..
Devamını Oku

23 Mart 2012 Cuma

Batan Güneşle Ben.

Batan güneş hüznümün habercisi yine. Yalnızlık kaplı içimde. Geçmişe duyduğum özlemlerim, geleceğe dair korkularım... Hepsi güneşin batışıyla su yüzüne çıkmaya başladı işte.

Bu hüzün çok tanıdık. İnce bir sızı önce, sonra uzun uzun düşünceler... Kim bilir, belki de bu ince sızıyı seviyorumdur.

Düşündükçe görebiliyor insan, gerçekleri... Yaşarken kızdığım hâdiseler, “Hep beni mi bulurlar?” dediklerim, gün geliyor, “İyi ki beni bulmuşlar” dedirtiyorlar. “Her şerde dahi bir hayır vardır” diyorum,ama, ancak hayrını gördüğüm zaman şerre sitemim diniyor. İlkinde anlamıyor insan, ikincisinde göremiyor... Rabb’im öyle sabırlı ki, tam manasıyla idrak edene kadar aynı yerden vuruyor şefkat tokatlarını. O’nun şefkat tokatlarıyla sevdim ben bu ince sızıyı.

İnsanı insan yapan, yaşadıklarıdır. Çok derdi olan, dönüp Rabb’ine sığındıysa olgun olandır. O’na sığınmak... Küçük bir çocuğun annesinden işittiği azara rağmen dönüp yine ona sarılarak teselli bulması gibi, O’ndan gelene ancak O’na sığınarak dayanabiliyor insan. Yarayı veren Yaradan’sa, devası da ondadır, tesellisi de.

Hani hep dayanma gücü isteriz O’ndan, kaldıramayacağımız yükle imtihan etme deriz. Peki gerçekte dayanma gücünü nerde arıyoruz? Boş sevgilerde, “kişisel gelişim” kitaplarında, terapilerde...

Aradığımız bir yol adresi var, ama elimizdeki adresler hep çıkmaz sokak. Asrın insanı bu yüzden dertli. Sonra, bir de aradığımızı bulamayınca, kızmalarımız var; sağa sola. Sanki yapılması gerekeni yaptık, uğraştık, çabaladık da netice alamadık. Şuçluları dışarıda arıyoruz hep, nedense hiç dönüp aynaya tutamıyoruz içimizdekileri.

Velev ki elimizden gelen herşeyi yaptık diyelim, yine de kimseye kızmaya hakkımız yok ki. Sanırım biz sebepleri, vesileleri çok önemsiyoruz. Böyle yaptıkça da hikmet perdesi kalınlaşıyor, asıl gerçeği göremiyoruz. Gerçekleri göremedikçe kızgınlığımız daha da artıyor. Herkese, herşeye öfkeli değil mi artık insanlar. Hep kızsacak birşeyleri var. Patronuna kızan mı arasınız, öğretmenine kızan mı... Hattâ yolda yürüyen insanlara bile “Ne diye dışarıda geziyorlar ki?” diye homurdanan, sinirlenen mi arasınız. Kime nasıl olduğunu sorsanız, şikayetlere başlar oldu artık.

Peki ama bizi gerçeklerden ne uzaklaştırdı bu kadar? Birilerine kızarken, kızdığımız gerçekte (haşa) Yaradan değil mi?

Aslında içimizde bunları sorgulamaktan korktuğumuz için sebeplere yükledik herşeyi. Vicdanlarımızı körleştirip, aklanmaya çalıştık. Bir başbaşa kalsak kendimizle, kızdığımızın kendimiz olacağını anlayacağız. Lakin bırakın yalnız kalmayı, öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, herkes aslî vazifelerini bile yapamayacak kadar yoğun. Tabir-i caizse; “Kafalarını kaşıyacak vakitleri yok! ”

İnsanın kendinin tanımaya bile vakti yoksa, niye yaşar ki? Kendisini tanımayan başkasını anlayamaz, başkasını anlayamayan bencil olur, bencil olan ise kendisinde göremez suçu. Netice, sokaklarda barut gibi gezen bir sürü insan.

O zaman, önce kendisine dönmeli insan. Kalbine ayna tutabilmeli, kendisini tanımalı, kendisini duymalı. İçindeki sese kulak vermeli. İçindeki sesi imanla beslemeli, bilmeli ki, içindeki sesi imanla beslerse zor anında, çözüm bulamadığı durumlarda doğru yolu imanının sesi bulduracaktır kendisine.

İçimdeki sızıyla başlayan düşünceler nerelere getirdi beni. Başta da dedim ya, düşündükçe anlıyor insna gerçekleri...

Güneşin batışıyla içimi kaplayan hüzün, yerini geceye bırakmakta artık. Ben hüznümü bu yüzden seviyorum. Çünkü; biliyorum, sabaha çıkabilmem için önce zifiri karanlıklarda tek tek ışıkları açmam gerekiyor. Şimdi zihnim aydınlık, kalbim mutmain. Bir yol daha son buluyor düşünce alemimde. Belki de yeni başlıyor, bilemiyorum, ama şundan eminim; daha yürünecek çok yol, açılacak çok ışık, bekleyen çok soru ve bilmediğimi çok “ben” var içimde.

Kendimle her buluşmamda tekrar tanışıyorum “ben”le. Ve her seferinde, ister iyi olsun, ister kötü “Tanıştığıma memnun oldum!”, diyebiliyorum kendime.
Kendinizi ihmal etmeyin, tanışın. Tanıştığınıza memnun olacaksınız.
Devamını Oku

20 Mart 2012 Salı

Yalancı Bahar


Baharın yalancısı kalıcı hasar verir aslında ama içinde "Bahar" kelimesi geçtiğinden,"Yalancı bahar", "Yalancı"dan daha masum gözükür göze..
Olduğunuz yerden bakınca dışarı sımsıcak,taptaze,çehresine mor sümbüller takmış gözükür...Öyle bir çeker ki o güneş kendisine,
sonunda yanmak da olsa, bile bile gidersiniz..Engel de olunmaz ki zaten.İrade devredışı kalır.Göz, güneşe hasret..Hasret ki dağlar deldirir adama.
Yürüdükçe güneşe doğru ısınmaya başlarsınız..Ne yakar şimdi ne de üşürsünüz..Burnunuza çalınan kokular,etraftaki mor sümbüller de cabası..
Sanki bir büyüye kapılmış,sadece bülbül seslerini duyarak kanatlanırsınız siz de güneşin gittiği yere..
Yürümekle ulaşılmayacağını bile bile gidersiniz..
Güneş bu..Geceleri hep yalnız bırakır meftunlarını..Birden kayboluverir gözlerinizin önünde..Keskin olur bahar soğuğu güneş gidince..
Sonunda bahar gribine de yakalanırsınız.Ertesi gün meftunu olduğunuz güneş yine açsa, siz yine bile bile gidersiniz üstüne üstüne..
Geceleri hastalklarla boğuşup, gündüz yanmaya gidersiniz..Bahar çarpar..Güneş hasta da eder..Sonunda öyle bir hale bürünürsünüz ki,
hastalıktan kalkamaz,güneşe gidemez,bahara yürüyemez olursunuz..Perdeleri açsanız; güneşi görüp, dokunamamk zor gelir sıcağına..
Kapatsanız; orda olduğunu bilip de görememek ağır gelir hastalanmış ruhunuza..Sonunda ya yanarsınız,ya da buz kesersiniz bu bahar güneşi uğruna..
Oysa o, siz olsanız da olmasanız da doğacak her gün oraya..Ve elbet batacak..O vakit,ne sıcak kalacak,ne mor sümbüller gözükecek,ne bülbüller ötecek..
O mor sümbül kokuları burnunuza çalındıkça, hayalinize doğacak güneş..İşte o zaman yanma vaktidir..
Bir muson yağmuru gerek şimdi..Bir sel, bir tufan..
Güneşe küsmek ne mümkün..Lakin yangından kurtulup yürüyebilmek için yağmursuz yaşamak ne mümkün?
İklimim şaştı..Güneşime yağmurlar yağıyor..Rüzgarlarım hortumlara dönüşüp boğuyor..
Bi kelebek alırım avcuma diye koşarken fırtına yönümü değiştiriyor..
Güneş üşütürken,yağmurlar yakıyor..
Bahar...Yalancı bahar..Yalansın ya,baharını da al..Ben kışıma dönüyorum..
Devamını Oku

13 Mart 2012 Salı

Hayat Ne Kadar Zor(!)

  "Hayat ne kadar zor" derken,gerçekten hayatın neden zorlaştığını kaç kere düşünüyoruz?Kendi kendimizi boğduğumuz anlar,saçma sapan takıntılarımız,hırslarımız,üzüntülerimiz..Kendi hayatımızda,dört duvar arasında kalıp,dizginleri başkalarının ellerine bırakmalarımız..Işıkları kapatıp, karanlıktan;ayazlara çıkıp, soğuktan şikayet ediyoruz..Yok yok, dahası da var; ışığa,rüzgara sövüyoruz..Elimizden geleni ardımıza koymuyoruz kendimiz için ,sonra ardımıza bakıp;" Vay be,ne acılar çektim",sızlanmalarına başlıyoruz.Yahu bir de sorar insan "Neden" diye..Herşeye sahip olmak isteyen insanoğlu,bir tek hatalarına sahip çıkmaktan kaçıyor..Şerlerin içindeki hayırları görmek cihetinden bahsetmiyorum bile.Kabullenmediğimiz her hata,her acı bu inkar ediş yolunda taşınmaz yüklere dönüşüyor,zamanla yürüyemez hale getiriyor,üzerine bir de sırtımızda taşıdığımız insanlar ekleniyor.Sonunda yürümekten vazgeçiyoruz..Sahi "Hayat ne kadar da zor!" Hatıralarımıza zincirliyoruz kendimizi.Bileklerimizden kesip,akıtıyoruz oluk oluk yaşama sevincimizi.Kendimizi sevk edebileceğimiz yollar apaçık adreslerde elimize verilmiş oysa ezelden,biz yine de burnumuzun dikine gidiyoruz.Yaşarken,olayların dışından kendimize bakmak çok mu zor sahiden,yoksa biz bir türlü faniliği algılayamadığımızdan mı bu kadar kaptırıyoruz kendimizi?
  Şefkat tokatlarını bazen kaldıramadığım oluyor,anlayabildiğim nisbette teskin etmeye çalışıyorum gönlümü.Tevekkül sığınağında,dua terapilerinden daha büyük teskin var mıdır bilemiyorum.Susmak,sabretmek değildir aslında.Susmak;O'na güvenip,O'na havale edip,sabretmen gerektiğini düşündüğün olayın, hayrını fark etmeye çalışmaktır.Düşünmektir susmak..Kendini görüp,idrak edebilmektir hataları.Susunca dinlenmez insan,aksine yorgunluğu artar.Susmak,sadece O'na anlatmaktır aslında.O'nun yarattığını O'ndan iyi bilen,tanıyan olamaz ya..Susmak,yüz çevirmektir O'ndan gayrısına...
  Sessizlikteki huzuru bulmak ruha ondan kolay gelir ya zaten.Bütün o karmakarışıklıktan kaçıp,sessizlikle kucaklaşmaya hasrettir insan.Bu dünya için yaratılmış olsaydık,içimizde sebepsiz sandığımız sıkıntılar olmazdı herhalde.Ruhumuz,beni O'na kavuştur derken,biz canımız sıkılıyor sanıp,kendimize oyuncaklar seçip,eziyet ediyoruz..
  Öyle ya;"Hayat çok zor" Bilmek,farketmek,anlamak,okumak,tefekkür etmek,susmak ne kadar da zor(!)...

Devamını Oku

11 Mart 2012 Pazar

Yazamamak Ne Acı...

 Anlatamamak ne acı..Bilmek,en derinden hissederek yaşamak ama yazamamak..Yüreğimde binbir kilit,dilimde prangalar,bir kalemim var aslında dilediğince özgür..Lakin bazen o kadar alışıyorum ki duvarlarımın arkasında kilitli kalmaya,yazmak bile gelmiyor aklıma.Aklıma gelse işime gelmiyor galiba..Bazen soranlar oluyor;"Kime yazıyorsun,kime sesini duyurmak amacın" diye.Kendi kendime attığım nutukları,çığlıkları birilerine atfetmek daha kolay aslında..Ama kendim için yazıyorum deyince deli yaftası da yer miyim acaba?Öyle ya kendi kendine konuşmakla,yazmak arasında "sesli harf"eksikliği var sadece..
  Upuzun bi yolda koşuyorum,etrafta ne olduğunu göremeyecek kadar hızlı hem de görmek istediğim tek birşey var ama ne olduğunu ben bile bilmiyorum.Bir çıksa karşıma;"Evet,işte bu!" diyeceğim ama göremiyorum,bulamıyorum.İçimdeki çok bilmiş,idrak etmiş,herşeyden emin,mantıklı,sebebi sonucu bilen Feyza durumun farkında tabi(!)..Ne aradığını,neyi bulunca mutlu olduğunu biliyor.Zaten O,hep herşeyi biliyor(!) Ben ondan sıkılıp kaçıyorum,arıyorum var gücümle...Yoruldukça molalar veriyorum insanların kıyılarında,yamaçlarında.Onların yollarında yürüyorum bazen de sonra şimşekler çaktırıyor bazıları beynimde,bazıları yüreğimde..Kendi yoluma kestirmeden çıkıp koşturmaya başlıyorum yine..Düşe kalka,yara-bere içinde,bazen gül bahçelerinden,bazen bataklıklardan geçerek ilerliyorum..İlerledikçe,yolun uzunluğu bıktırıyor,kırıyor şevkimi..Acaba diyorum yolda olduğumu unutsam çabucak biter mi?Yoksa bulmak istediğim her neyse onu unutsam,öylesine yürüyormuş gibi yapsam?Bir amacım olmasa yürür müyüm aynı yollarda?Sıkılıyorum kendimden,sormaktan,yol alıyorum sanıp aynı yerlere varacakmışım gibi hissetmekten..Kendi kendime nasihat vermekten usanıyorum..
  Bir avuç dostumla kainatlar aşıyorum oysa ben..Bir avuç dost,her biri ayrı dünya.Tebessümlerinde cennet ırmakları,gözyaşlarında muson yağmurları..Anlatamamak ne acı..Hissetmek,bilmek ama kelimesiz kalmak ne büyük yoksulluk..
  Dilsizliğime selam olsun,dilim dilim kıydığı yüreğime "sus"ları yükleyen, aklıma selam olsun.Aklımın kılıcını kıran yüreğime sitemim olsun..Huzur bulduğum seccademe aşk olsun,aşık olsun,aşk dolsun..
Devamını Oku

19 Şubat 2012 Pazar

Mutluluğun anahtarı

  Tam tarihini hatırlayamadığım bir gün hayatımda tanıdığım en zeki,en özel ve farklı insanlardan biri benden güzel şeyler düşleyip yazmamı istemişti..Haksız da değil,melankolik ruh halimi en ufak yağmur damlası bile tetikliyorken ve kalemim hüzünle açılıyorken çiçekten, çikolatadan mutlu olduğum anları satırlara saklamıyorum pek.Hem hüzünden tat alan bi ruhum var.Mutsuzluk değil bu..Acı yemekten lezzet almak gibi birşey sanırım.
  Şimdi o arkadaşım için mutluluğu düşlüyorum..Mutlu olduğum anları.Mutluluktan ziyade huzur kelimesi meşgul ediyor zihnimi..Seviyorsam,huzurluyum.Seviliyorsam,mutlu.Huzurum deniz kenarlarında gizli,bir kaç hoş sohbette,bir çift sevgi dolu gözde saklı..
  Benim yalnızlığım gözleri var.Bazen güneşin halelerinden bakıyor bana,bazen en sevdiklerim oluyor,
bazen kar tanelerinden gülümsüyor yüzüme.Gözümden süzülen yaşı siliyor tenime değen rüzgar,ve
tutuyor ellerimden sonbahar..Anlıyorsun değil mi arkadaşım?Beni mutlu eden şey beni ağlatıyor.
Biliyorum üzülünce ağlar insan en çok ama ben gözyaşımı seviyorum.Mutluluğumu tazeletiyor sanki.
Akıp gittiğinde yenileniyor yaşam enerjim.
  Gözlerimi kapatıp,derin bir nefesle çekiyorum içime tebessümü.Yorgunluktan uyuyamayacak halde olduğum günleri düşlüyorum.Bütün günümü dolu dolu geçirmenin verdiği mutlulukla nasıl tatlı uyunuyor bilir misin?
  Bir anda sayamayacağım kadar çok şey var beni mutlu eden.Küçük detaylara fazla takılmama kızarlar hep ama benim mutluluğum o küçücük detaylarda gizli..Düşünüp,sorgularken kendimi,anafikir çıkardım mutluluğuma;
Ben şükredebildiğim kadar mutluyum..Hüznümü sevmem bile bundan ötürü sanırım..Ancak musibet gözüken şeylere, hikmet cihetiyle bakıp, şükredebildiğimde gerçek huzura kavuşabiliyorum.
  Bu cevaplarımın sana yetmeyeceğini biliyorum ve senin için resmediyorum güzel şeyleri;
"Bir Mayıs sabahı,gün aydınlanmadan uyanıp,el yordamıyla bulduğum radyomdan fon müziği seçiyorum güne.Muhtemelen bir sanat müziği
demeti..Fuşya rengi fincanımda, denize açılan balkonumda,kahvemi yudumlarken kuş sesleri bastırıyor müziği...Kapımın önündeki sepetli bisikletime binip,bütün sahili geçerken bakkal mehmet amcaya,kasap nuri dayıya,çiçekçi fatma ablaya selam veriyorum her sabah olduğu
gibi........."

  Hayal kuruyorum...İmkansızı değil,zor olanı istiyorum...Olmazsa mutsuz olacağımı değil,olursa daha mutlu olacağımı düşlüyorum.Güzel bir günü görecek gözleri,kuş cıvıltılarını duyacak kulakları,bisiklet sürebilecek bacakları olmasını düşleyen kaç kişi var kim bilir?
  Yani güzel insan,şimdi anlatabiliyor muyum,mutluluğun anahtarı zihinde..Dilediğim kadar mutlu olabilirim,dilediğim kadar mutsuz da.Mutsuzluğu seçmiyorum ben,şükrediyorum ki hüzünden sonra çıkıyorum aydınlığa ve bana inan en çok o zaman kıymetini biliyorum..
Devamını Oku

2 Şubat 2012 Perşembe

Yaş muhasebesi


"Her yaşın ayrı güzelliği" var derler.Yaş,doğduğun günden sonraki 365 günle alınan bi yol olmadı
hiç benim için.Bazı zamanlar oluyor ki,bir güne bir kaç yaş birden sığdırıyor insan.Bir gecede
saçları beyazlayanların yanında geç bile yol alıyoruz belki de.
Tecrübeleri kadar büyüyor,hüzünleri kadar olgunlaşıyor,dengeyi sağlayabildiği kadar yaşıyor
insanoğlu..Bizi diğer yaratılanlardan farklı kılan da bu.
Her yaşta ağlamaya,gülmeye,sevmeye,kızmaya,önce hayaller kurup,sonra onları teker teker
kaybetmeye bol bol zaman oluyor.
Duygular değişmiyor;olaylar,kişiler,zamanlar yer değiştiriyor.Gitgide alışılmıyor aynı şeyleri
yaşamaya aslında sadece daha tanıdık oluyor her seferinde.Şiddeti aynıyken,biz
duyarsızlaşıyoruz herhalde.
En sevdiğim oyuncağımın kaybolmasına üzüldüğümden daha az üzülmedim şuan yaşadığım pek çok
şeye.O zaman mutluluğumu plastik bir bebeğin saçlarını taramaya hapsetmişken,şimdi gerçek
insanların
gerçek duygularına yüklemişim huzuru..Kaybettikçe hala ağlıyorum ufak bir kız çocuğu
gibi..Büyüyorum;kaybettiklerimin çokluğunda saklı asıl yaşım..Kaybettiğimi sandığım ama
kazandığımı anladığım olaylarda gizli olgunluğun temelleri..
Yaşlar geçiyor;kimi bir senede tamamlıyor gelişimini,kimi bir günde..Gün de geçiyor,sene de..
Fazla vaktimiz kalmadı.Giden gelmiyor,gelen kalmıyor,kalan yetmiyor..Rotası ezelde belirlenmiş
bir yolda yürüyoruz,koşuyoruz,mola veriyoruz..Hayat gemisinde yol alırken,varılması kaçınılmaz
son limana;seyretmeli sadece kusursuz sanatı,mizanı,kaderin cilvelerini..Çünkü huzur;Hayretle
"Allahuekber" derken minnetle "Elhamdülillah" demenin ta kendisi..
Devamını Oku

31 Ocak 2012 Salı

Sorma Neden

Zaaflarımı görmesin insanlar diye yutarken duygularımı,
Yuttuklarımı sindirebilmiş mi gönlüm düşünmedim hiç..
Güçlü gözükmek,duygularımı saklamaktı ve susmaktı isteyerek..
Sustuklarımı da unutmaktı en kolay çözüm..
Dışımda çözüm abidesi olurken,içimin düğümünü unuttum
Unutmadım aslında sadece susturdum..
Yani zaaflarımı görmesinler derken dışardan,
Ben içimde korkak,hüzünlü,hep ağlayan bi deli oldum..
İçimde yer bulamıyorum şimdi ne düğüme ne çözüme,ne ağlamaya,ne gülmeye..
Şimdi bu düğümler açılır mı?
Her birine,bi en sevdiğim dediğim parmağını koymuşta gemici düğümü yapmış beni
Sevdirmiş,ağlatmış,sevindirmiş,aldatmış,sevmiş ve gitmiş..
Giderek tenhalaştı kıyılarım
Ben mi seçtim bunu yoksa kader mi diye düşünmüyorum
Kaderimi yaşamayı zaten ben seçiyorum..
Gelen,giden,öven,söven,güldüren,öldüren en sonunda illaki biten..
İçimde perdeler kapanırken,
Gökyüzüne açıyorum odamın perdelerini
Yine hüznüme besteler yapmış yağmur..
Gece yine benim karanlığıma özenmiş ama yıldızları takmış saçlarına
Yıldızlar bana inat parlarken,unutmuşlar bulutları
Şimdi bulutların sahte pembeliğine boyanmış sema
Toz pembe gecelere sarılıp,kayboluyorum yine..
İşte başladı telaşım ne çare..
Gün doğacak ve ben kaybedeceğim geceyi de..
Özlemekle geçicek bütün gün
Ve ben söz vericem bir daha sevmeyeceğim geceyi diye
Akşama en önden ona sarılmaya koşacağımı bile bile..
Nerde bende o irade..
Duyguların adını zaaf koymuş bir muhakemede..
Bitmiyor kendimle kavgam
İnadım nereye kaçıyor bilmem..
Suçlu ben miyim artık ağlarken gülemiyorum diye hem
Ben hiç gitmedim kimseden,hiç küsmedim bilmem neden..
Küsmeyi,gitmeyi kendimle öğrendim..
Gidesim var küstüğüm benliğimden,sorma neden..
Devamını Oku

27 Ocak 2012 Cuma

Yalnızlık Senfonisi

Özlemiştim yalnızlığın soğuk çehresi altındaki şefkatini..Mimiklerindeki sert ifadenin altından beni kabul edişini bekliyordum..
Gel-gitlerim hep ondan sebep oysa...Ne zaman kalabalıklarda göz göze gelecek olsam yalnızlığımla,hep aynı bakış;"Neden?"
Yalnızlık, yalnız bırakmaya gelmiyor hiç..Bende onun yokluğunda yokum aslında...Sessizliğim de o, içimdeki kalabalık da,
sesim de...Kahrımı en çok çeken,cefakar,vefakar dostum...İhmal etmedim seni..Bakma etraftaki görültüye sen,biz senle
hep ikimiziz..Hatta sen, benim tek olabildiğim tek gerçeksin...
İnsanlar yalnızlıktan neden korkar ki?..Kime gidilirse gidilsin,nerde olunursa olunsun dönüş yalnızlığa değil midir?
Gittiğinin adı yalnızlık zaten...Başkalarının ıssızlığında kaybolup, yalnızlığımıza ihanet ediyoruz belki de..
Adını yalnızlık koymuşlar bir kere, ben adına "gerçek ben" diyorum...Kendimle başbaşa olmak..Kendimi duymak..
Aslında en yalnız insanlar, yalnızlıktan korkanlar..Kendisinden kaçar mı insan?Kaçsa nereye kadar ki?
Hem kendini tanımamış insan, yanında kaç insan olursa olsun zaten yalnızdır..Belki de bencil...Kaçmak için
kendisinden, insanlara tutunan bir egoist..Derine inemeyen, karşısındakini duyamayan, kalabalığı yalnız kalmamak
için seven....
Tam anlamıyla tanıyınca "gerçek ben"i anlıyor insan yalnızlığın aslında sessizlik olmadığını...En görültülü,
en kalabalık yer olduğunu...Ondandır,gerçek yalnızlar kalabalıkta yaşar...Çünkü; yalnızlık gözü karalıktır
aslında biraz...Başkalarını daha iyi görebilmektir.Bir insan yalnızsa Her yerde yalnızdır...Ne yalnızlığından
korkarak kaybolmak ister insanlarla beraber..Ne de kalabalıktan korkup, yalnız kalmak ister...Ve gerçek yalnız
asla ben yalnızım demez...
Devamını Oku

24 Ocak 2012 Salı

Ben Olup Giderim

Yanmak ne zaman acı verir insana? Yanarken mi? Kül olduktan sonra mı?
Düşünüyorum da yanması daha kolay belki de...Küle dönünce anlıyo insan,yanarken yapılabilecek birşeyler olduğunu
ve aslında küle dönünce sona geldiğini..

Rüzgarları, fırtınaları kıble yapıp kendime, belki tekrar tutuşurum diye beklerken anladım,"Küllerinden doğmak" sözünün,külliyen yalan olduğunu.
İnandığım öyle çok yalan var ki,nolurdu buna da inansam?
Kasırgalar yıktı geçti de, küllerimi de savurdu başıma...Artık kıblemi değiştirsem de boş,küllerim bile kayıp.
İbrahim(a.s)'den bir lemacık yok ki yüreğimde,ateşler içinden ferahlıklara döneyim.

Ne umuda lüzum var, ne de yeise..
Ne geçmişe yanarım,ne gelecekten medet umarım..
Kendi etrafımda dönüp dururken bir bakmışım;
gecem gündüzüm bir,hüznüm mutluluğum bir,dostum düşmanım bir,kaçtığım kovaladığım bir...
Bende boğulmuş bir ben. Benliği aşmış iki ben..
Ne zordur bilir misin insanın kendisinden kaçıp,kendisine dönmesi?
Kendisiyle konuşup, kendisine küsmesi..
Bir bilsen,belki sen de deli dersin adıma..
Bildim sananlardan olursan,sen de deli dersin elbet..
Ben sana da güler geçerim..Ve güldükçe birilerine,ben olup giderim...
Ne sen görür benim gözüm,ne o,ne bu,ne şu..
Sendeki beni bulup alırım da anlamazsın...
Sen niye varsın sorarım da,sana mı sordum sanarsın?
Ben, benle yaşayan bir deliyim
söylesene sen burda ne ararsın?

Devamını Oku

21 Ocak 2012 Cumartesi

İstanbul Yağmurları


Dayanamadı şehir ıssızlığıma
Dayanamadı gönlümün katran kuruluğuna
Şimdi yağsa yağmur ne fayda?
Ne kadar ıslansam geçer kupkuruluğum
Ne kadar şimşek çaksa aydınlanır ruhum?
Ağlama şehr i istanbulum
Yangınımı büyütmekte damlaların..
Yağmur,ancak hüznüme bereket olur
Gürle istediğin kadar,
Dilersen gök düşsün üstüme,
Gel de elleme matemime
Unuttu gözlerim beş vakit gözyaşımı
Unuttu ağlamayı
Kurudu göz pınarlarım,
Nara düştüm..

Kaldırsam başımı semaya,açsam avuçlarımı
Bu yağmurlar beni ıslatır mı?
Bu yangını söndürecek yağmur nerde ey şehr-i devam?
Bu ateşi söndürecek tufan nerde ey şehr-i cefam?
Devamını Oku

20 Ocak 2012 Cuma

Vazgeçiş

Vazgeçmek,
Ne de ağır bir kelime uzaktan bakınca.
Sabretmek,
Ağırlığını taşıyamayacak harfler zinciri..
Beklemek,
Sonu olmayan sıkıntılar kervanı..
Ne kadar tanım yapılsa boş..
Kendini taşıyamaz bu kelimeler,
Sadece omuzlara yük olur.
Yeni vazgeçtim ben,
Korktum önceleri.
Şimdi bakıyorum da,vazgeçmek tekil anlamlara yüklenmiş..
Sadece boşlukla eşdeğer belki.
Yanına sabır da istemiyormuş,beklemeyi de, hüznü de..
Yalandan bi gülümseme hediyesi bile varmış..
Gerek imalı, gerek maziye sitemli..
Vazgeçince bir kere,
Liman da aranmıyormuş,tutunacak dal da..
Yer çekimi kesilip ayaklarının altından,
Olduğun yerde boşluğa bırakıyormuş.
His yok, acı yok, akıl yok..
Yokluklar diyarı mı desem adına..
Acı olmadan vazgeçmek olmuyormuş..
Yokluktan önce varolmak ateşinde önce pişip,
Sonra kül olmak gerekiyormuş..
Can yangını sönmüyormuş vazgeçmeden..
Yani bi seçim değilmiş bu vazgeçiş,
Sorusu olmayan,mecburi cevap şıkkıymış "A)Hiçbiri"...
Yanlış yapma seçeneği yok,
Doğru yapmaya mecbur değilsin,
Sadece A şıkkını seçip,vazgeçersin..
Vazgeçtim..
Zaten 3 Yanlışlarım vardı 4 doğrumu götüren..
Neresinden baksam kar kaldı vazgeçiş..
Ne uzağım artık,ne yakın..
Bu boşluk ne başlangıç,ne bitiş...
Mecburi,tek yön bir gidiş..
Devamını Oku

Yarın Ne Giysem Ki?!

Bu yorgunluk ne bahardan, ne bedenden
Gündüz gülen,gece ağlayan gözlerimden
Sessizliğim ne acıdan,ne kırılan yüreğimden
Deli gibi kaybetmekten korktuğum şu hayalimden.
Zaten yoktu ki bi umudum,
Anı yaşanılabilir kılmak oldu hep tek arzum
Çok geldiyse istediğim, ben yine susarım
Dilimdeki suskunluğum, gönlüme de inebilse ister, dururum..
Yarama merhem aramamaya ahdım var,
Olmadı bi yara daha açarım kendi elimle
Hem ağlar,hem dönerim içime..
Hem ağlar,hem de giderim üstüme..
Hiç bitmeyen gece yorgunluklarım var benim
Gülmek de yorar mı insanı?
Ağlarken gülmeye çalıştıkça anladım hayatı
Korkmuyorum artık yara almaktan
Kendim kesip biçiyorum kalıbıma göre kalbimi
Bir sürü elbisesi var,kocaman bir kalpdolabı,
Her sabah açıp uzun uzun "Bugün ne giysem" diye baktığım,
Üstüne takıyla tokayla süslediğim..
Pahalı elbiseleri var kalbimin,
Biçerken elimi kestiğim,
Dikerken parmağıma iğneleri batırdığım..
Pahalı ama değer vermediğim bir sürü elbise..
Gece pijamalarımı giyince,
Hüzünle beraber çöküyor gerçekler üstüme
Taşıması ağır geldikçe yoruluyorum ben de
işte o zaman başlıyorum;
"Yarın ne giysem ki" diye düşünmeye.. :)

Devamını Oku

16 Ocak 2012 Pazartesi

Alem-i Deniz









Bazen mesafe arıyor insan...Uzaklaşmak sevdası yüreğe düştü mü bir kere,
yakıyor her tren sesi. Deniz kenarları, limanlar çekiyor kendisine mıknatıs gibi.
Uçuveriyorsun, bilmeden nereye gittiğini...Önce yüreğine esir oluyorsun, sonra ayaklarının
götürdüğü yerlere köle. Lakin yüreğe esir olmak zor iş. Kanadın yokken uçacağını sandırır,
yükseklerden çakılıverirsin denizlerin diplerine.Gitmek olur yine sonu...

İnsan kendi seçiyor yolunu...Yüksekleri, uçurumları, dipleri... Ne de dertliyiz hepimiz.
İçimizi bağlayan karalar, yüzümüzü aklayacak olsa, yüreği bağlayan karaları da severim de,
insanoğlu tuhaf. Kalbinin kuytuları imdat çığlıklarıyla yanarken, yüzü hala karalara dönük
yaşar da, mutluyum der adına..

Yollar denizlere çekiyor hep beni...Güneş batarken yazılan satırlar, denizlere dökülüyor,
gözyaşı kuytularında.. Yosun kokusu mu içime bu tatlı mayhoşluğu veren, yoksa tatlı tatlı
tenimi okşayan akşam rüzgarına karışıp,gözlermi kamaştıran güneş mi? Deniz kenarı benim
yolum. İçimi açan da, ağlatan da işte bu serin sular. Hele bir de fonda müziğim olsun acaba
kalkar mıyım oturduğum yerden?

İçimde ağlayan bir deniz var, az kaldı okyanus olmasına. Ne garip hüzünle mutluluğu nasıl
bu kadar iç içe yaşayabiliyorum? Hamurum hüzünle yoğrulmuş ne fayda...Gülsem de hüzün,
ağlasam da..

Koca bir alem deniz.Dalgalarında saklı sırlar müebbet cezalı, kıyılara çarpıp çarpıp
dönmeye mahkum...Birilerine gökyüzü olmuş deniz; balıklara, yosunlara, mercanlara...
Kim bilir daha kimlere? Acaba diyorum bizim gökyüzümüz de deniz mi birilerine, mesela;
kuşlara..Arada sıkışan insanoğlu nasıl da göremiyor uçsuz bucaksız mavileri? Karalarla
geziyor, mavilere dönük gözleri...

Kıymet bilmez bir nesil olup tükettik güzellikleri. Alın sizin olsun ne varsa. Sakin
bir deniz kasabasına bırakın beni.İki gökyüzü arasında sıkışmışlığı yaşayayım ben. Ne
yer bitsin, ne gök... Ne denizler sarsın beni, ne gökyüzü alsın. Yaşamın adı bu;
İki arada bir derede nefes alıp vererek, olduğun yerde saymak.
Devamını Oku

15 Ocak 2012 Pazar

Kayıp...

Öyle acılar yaşar ki kalp, daha çoğunu yaşayamam sanar.
Kıvranır durur kendi kendine de, mantık acı kıskacından kurtulup yol alamaz.
Sahi ya hüznün tarifi var mıdır?İç yangını mıdır?darboğaz mı?kerbela mı?
Boğazda bir düğüm,karında bir sancı,yürekte koca bir kaya parçası...
Hüzün halsiz bırakır adamı
Bittim sandığın yerde,nöbet nöbet çarpar da diriltir gözyaşlarını..
Kısık ateşte kavurur,buharında haşlar,diri diri yakar...
Bazen gereğinden fazla yaşarsın acını.
Öyle bir andır ki o,artık yaraya merhem bulsalar,
bütün çareleri serseler ayaklarının önüne,üstüne basar da geçersin..
Artık dermanın gelse de hissedemezsin..
Hapis kalır ruhun o hüzünde müebbet.Merhemine de "Boşver,uğraşma dersin"
Kalpten geçersin,yürümekten geçersin,herşeyden geçersin,acıdan geçemezsin..
Üstelik acıdan geçilemezsin de..
Mantık bulur yolunu, devam edersin eksik, devam edersin bıkkın,devam edersin yorgun..
Mutlulukları ezer geçersin, hüznünle sarmaş dolaş..
Yaftalar dolanır boynuna,anlamsız bakışlar çarpar nazarına,sorular çıkarırlar karşına,
Acılardan kırptığın maskeleri takar da gidersin..
Sevdalar giydirirler,
Kim bilir, birilerinin masallarında başrolleri oynarsın,
Kendi masalında kayıp bir yabancıyken...
Yazarsın,çizersin,güldürür de öyle geçersin.
Hiç bir anlama yüklenemezsin.
Öznesiz cümlelerinde dolaylı tümleçlerde takılıp gidersin..
Tutunamazsın..Tutturamazsın..
Yüklemlere yük olursun.
İstemeden vardığın yerlerde tümsek olursun,
Rüzgarlar bile savurmaz seni,
Gidemezsin,kalamazsın,boşlukta bile kaybolamazsın..
Susarsın...Cümleler boyu susarsın..
Konuşsan,kendini bile anlamazsın..
Susarsın,sustuğunu sanırlar..
Kalırsın,kaldığına inanırlar,
Gidersin,el sallarlar
Kaybolduğunu anlayamazlar...
Devamını Oku

Hayırları,şerre sürüklemeden istemek

 Herkes kar bekliyormuş heyecanla.Bütün gün övgüler yağdırdılar,şair oldular adeta..
Gözüme de ruhuma da hoş gelse de yazılanlar,düşündürdü beni..
Mesela;yarın da yağsa,hatta öbür gün de..O şiir dizeleri yerini "Beyaz kabus" lara bırakmayacak mı?
  Fazla olan şeyler ya sevilmiyor,ya da ülfet olup fark edilmiyor.
Hep daha fazlasını istemeye teşvik edenler,fazla gelenleri atmayı da öğretmeye uğraşıyor sonra..
Bir düzen kurup,içine iradesi zayıflatılmış insanoğlu yerleştiriliyor.
Fazla fazla yaşadığımız herşey, antibiyotik etkisi yaratıyor ruhta.Aylarca,yıllarca hatta hassas ruhlarda bir ömür boyu hasarlara yol açıyor..
İstemek,istemeyi bilmek ince bir nokta.Duada ısrarcı olmak lazım ama ısrar ölçüsüzlük değil,
hakkında hayır olanı istemek,fiili olarak da desteklemektir.Değil mi ki Rabbim her kar tanesiyle
melekler gönderiyor semadan,dualarımıza amin desinler diye?Öyleyse ağızdan çıkan her kelime,bir "Amin" e gebe.
  İstemeyi bilmek bir incelik,konuşmayı bilmekse sanat.İnsana düşense daima dengeyi kurmak.
O(c.c)'ndan gelen herşey hayır,şerler bizden..Hayırları; kendimiz için şerre dönüştürmeden
yaşayabilmeyi nasip etsin..
 

Devamını Oku

14 Ocak 2012 Cumartesi

Meçhule Yanan Deniz

Rüzgarlara kapılıp yanlış kıyıya gelen gemiye kızamadık,
Limana sövdük, yanlış liman diye,adalete sığdıramadık..
Denizlere daldık..
İncilere kızdık; istiridyelerde hapisler diye,inanamadık..
İstiridyelere lanet ettik; incileri aldılar diye ama
Olur ya belki de korumaktı amaçları dedik,bağıramadık..
Sonunda denize yükledik suçu..
Olmasaydı,bunlar olmazdı diye..
Ve biz yine bilemedik
Deniz olmasa kıyıların da, limanların da,incilerin de olamayacağını..
Ve biz yine pire için denizleri yaktık...
Şimdi alevlerimiz gökleri bile yakıyor..
Devamını Oku

"Yaş"lı..

Gençlik yaşla olmuyor ki zaten..
Zaman prangalar takıyor insanın hayallerine..
Ömür geçiyor,kelepçe tutmuyor yelkovanla akrep.
Yaşlar geçiyor yaslı,
Yaşlar kalıyor sisin pusun ardından..
Yaşı geçiyor gençliğine doymadan
Yaşına aldırmıyor genç kalan..
Gençlik yaşla olmuyor ki zaten..
Söz sükuta bırakırken sahneyi,
Hayaller gömülürken toprağa,gençliğe bakmıyor ki..
Yaşım kadar genç kalsaydım,ben de yaşlanmazdım ki..



Devamını Oku

13 Ocak 2012 Cuma

"Hiç" İstenir Mi?

Umutlar direnir,umutlar biter,yeni umutlar gönderilir..Ama umut asla tükenmez.Çünkü; O var..
İsteseniz de istemesiniz de umutlar gönderiyor hayatınıza..Hatta çoğu zaman anlamıyorsunuz bile,
umudunuzun aslında bittiği an başka bişeylerin geldiğini.Düzen böyle..
Olsa olsa yoruluyor insan,bıkıyor,hevesi kaçıyor..
İstemekten vazgeçebiliyor muyuz gerçekten?
Hiç birşey istemeden yaşamak mümkün mü?
Tabiatımız müsait değil ya zaten böyle olmasına.İstemek yakamıza yapışmış..
Bir de istemeyi bile istememe hali var..Tehlike burda başlıyor sanki..
Korktuğu da oluyor insanın istemekten.Çünkü; verilen herşey bir gün geri alınacak. Sonuç;" Kaybetmek korkusu"
İşte istemeyi istemediğinizde,istemek size ağır geldiğinde, artık korkularınızdan da arınmış oluyorsunuz..
Tuhaf bir hal..
Bu evcilik oyununda başını sokabileceği bir yer bulamayınca yürek,önce mızıkçılık yapmaya başlıyor.
Sonra kendi kendine hırpalanmaya,duvarlara çarptıkça da oyunu uzaktan izlemeye başlıyor..
Oyunun içinde,kendisini unutturmadan ama aslında çook dışında..
Başaramadağı için, oyunun sonuna gelemediği için kendine kızmaktan bile vazgeçiyor zamanla..
Umutlar gönderiliyor yine..Bu sefer anlamaya başlıyorsunuz size sunulan bişeyler olduğunu.
O kadar istemiyorsunuz ki,önceleri burnunuzun dibindeki fırsatları göremezken,
şimdi taa uzaklardakileri bile görüp,kapatıyorsunuz gözlerinizi sessizce..
Geliyor-geçiyor..Gün doğuyor-batıyor..Değişen bişey yok..Tükenen hiç bişey yok.
Sizi değiştiren bir hayat,Bir Kudret var lakin "Neden? " diye sormaktan bile vazgeçmişsiniz..
Siz mi hayata erken başladınız, yoksa geç mi çözdünüz oyunun kurallarını..
Bi önemi var mı artık?
Hiç birşey istemeden yaşamak gerçekten mümkün mü??
Devamını Oku

Benim Herşeye Gücü Yeten Rabbim var

Kör karanlık geceler yetmezmiş gibi, gözlerimdeki yaşlar da birikince büsbütün göremez oldum burnumun ucunu... Yazmak geliyor içimden, ama meçhul birşeyler yazasım var. Kendimi anlatmaya çalışmaktan, ruhuma cümleler bulmaya çalışmaktan da yorgun düşmüş gönlüm... Belki de diyorum, cümleler küsmüştür bana.. Ya da ben cümleleri sevemez oldum.. Yazıverecek olsam, keder akar oldu içlerinden..
Küstüm.. Yoo sana değil.. Kendime küstüm.. Beni ben yapan herşeye küstüm.. Küsmelerim kimsenin umrunda olmayınca ben yine kendime küstüm... Önce satırları terk ettim, kalemi, kağıdı, sonra sevgileri, dostlukları terk ettim... Gülmelere de küstüm, ama küsmek olsa sadece, barışırız derdim, ben gülmelere kızar oldum... Göz yaşlarımı silmeyi beceremezken gülmek de neymiş? Herşeyi terk etmişken gülmek yanıma mı kalırmış? Dört nala gider gibi, hızlı kaçtım hayattan.. Birileri kulağıma umut cümleleri fısıldıyor, benimse beynimde avazı çıktığı kadar bağıran soru işaretleri... Duyamıyorum kimselerin cümlelerini, sevgilerini... Kaç bakalım diyorum kendime, nereye kadar bu kaçış? Bir duvara daha toslarım, en fazla; gittiğim yere kadar giderim... Sonra? Sonrası yine yokuş aşağı hızlı bir koşuş.. Böyle bir kısır döngü oluverdi hayat... Daha dur bakalım erken bu cümlelri kurmak için, boyumu aşan feryatlar mı yoksa bunlar?.. Hayır,feryat da değil. Diyorum ya, bilinmezlikleri yazıyorum...Herşey faraza, tahayyül, boş... Bilinmezlikler içinde bir bilinen çıkar belki de?
 
Hadi başka bi kapıyı çal gönlüm...Bbaşka bir varsayıma daya yaptıklarını.. Umut.. Zorla yapışıyorum umuduma, kulağıma fısıldayanları duyabildikçe... Ben tutunsam kaç yazar ki? O beni çoktan unutmuş.. Zaten hani derler ya, neye sıkı tutunursan, ilk o gider elinden... Peki umudum gittiyse nasıl yaşıyorum?.. Bu gece uzun olcak yine.. Sorular peşpeşe... Yaşıyor muyum, yoksa yaşamak mı beni bırakmıyor? Hani can bedenden çıkınca ölürdü insan? Ben hala yaşıyorum... Canım çıktı diyorum, ama bak, aynaya bakınca görüyorum kendimi...
Koş ruhum, kaç bu sorulardan da.. Yeis bu kuytu köşelerde, bu zifirî geclerde daha da yapışır yakana... Koş ki, kurtar kendini... Koş Rabb’ine.. Ona koşarsan kanatlanıverir gibi belki uçuverirsin güzel alemlere... Umut bahçelerinde misk kokuları çalınır burnuna... Hani hatırlasana O’na gidişlerini... O ne zaman boş çevirdi seni yanından? Hep huzurunda bulmadın mı yaralarına merhem... Rahmetiyle öpmedi mi alnından? Avuçların karıncalanana kadar dua etmek, ondan eşsiz gelmedi mi sana?..
Hadi az kaldı çıkışa... Bütün kapıları açtı  sana yine Rabb’in... Bak yine çağırıyor seni yanına ki böyle patlarcasına sıkılıyorsun.. Ne kör, ne anlamaz bir varlıksın.. O çağırdıkça duyamadın, kulağına umut cümleleri fısıldayan insanlar gönderdi, sen kendini dinledin... Herşeyi terk ettirdi gönlüne, sen mutsuz oldun... Sana O yeterdi halbukii... Sen duyamadın.. Şimdi böyle daraldıysan, duyamadıklarına say... Ama bak, O yine sana açtı yollarını... Koş... Dur,  koşma!.. Uç... Kanatlarına farkedilmenin mutluluğunu al.. Uç!.. Kanatların dile gelsin, ilahilerini dinlesin âlem: “Benim, herşeye gücü yeten Rabb’im var...”

Devamını Oku

İlle de Sus

İsmini bilmek yetmez duyguların,
Duygularını dile dökecek mangal yürekle de bitmez,
Karşında isimsiz duyguları anlamayan biri olduktan sonra.
İster aşk de ister sevgi ona..
Gözler yalan söylemez derler,
Bu zamanda yaşamamış ki eski şairler
İhanet gözlere de sinmiş
Ya yüreğe tutunup yol almak kalmış,
Ya da olduğun yerde saymak varmış..
Yalnızlığıma kırmızı kurdele takıp gezmek var da,
Onun da sahtelik koyarlar be adına..
Sakladım en derine yalnızlığımı
Ölü toprağı mı serpildi üstüne kalabalıkların,
Yoksa ben öldüm de, topraklar mı gözlerimin önünde..
Vazgeçince bir kere anlatmaktan,
Sessizlik nasıl da yapışıyor diline insanın
Yürek nasıl da öğreniyor kendi kendine konuşmayı..
Sessiz ol gönlüm,
Hoş konuşsan da benden başka duyanın mı var sanki..
Sen yine de sus,
Bir duyan olursa ikimizi
Deli sanacak senle beni..
Bir duyarlarsa görecekler acizliğimizi..
Acziyetimizi bilmek Yaradana mahsus
Sen o yüzden ille de sus!
Devamını Oku

12 Ocak 2012 Perşembe

Bana Mukayet Ol!

 Bir tuhaf hüzün...Karla karışık güneş, gözyaşına karışmış gülüşler, yeise bulaşmış ümitler, kasırgalı meltemler. İçime saçılmış tezat duygular.. 
 Sağa dönsem;duvar, sola dönsem; dalgalar. Duvara çarpsam kırılırım, dalgalara bıraksam kendimi boğulurum... Her zaman bir seçme şansı
oluyor insanın; en kötü anında bile...Yara alıp ölmeyi de kendi seçiyor insan, geri dönmeyi de, yaralarla beraber yürümeyi de.Şimdi kırılmak
mı seçilir, dalgalarda boğulmak mı?
 Bir yanım kapat gözlerini boğul derken delicesine, kırılmaktan paranoya sahibi olmuş ruhum hala, "yine de bir düşün" diyebiliyorken,
iradem şaşkın...Muhakememin karşısına oturmuş duygularım.Yani orda da bu çatışma kıran kırana...
 Bazen seçme şansım olmasa keşke diyorum. Ruhum şeriat istiyor. Demokrasiyi sevmiyorum(!)
 Tutup elinden çekiyorum yine aklımı...Ey akıl! Düş önüme....Şu ışıkları bir yak hele, gölgelerle boğuşmaktan kurtar önce beni..
Kırılmadan, duvarlara çarpmadan bitmez bu yol, öyleyse tut duygularımın da elinden ki, kanayan yerlerime tuzlu su dalgaları
vursun.
 Tamam...Kandırmıyorum kendimi...Biliyorum, bu yaman çelişkiler bitmeyecek. Biliyorum, elimi her uzatmamda önce yanıp,
Sonra kanayıp, en sonunda pişerek yaşayacağım hep..
 Derin yaralarım bitmeyecek. Belki de hep bir yenisi daha eklenecek.
 Mutluluklarım olacak, yanında nefes aldığım insanlar da...
 Beni bir kelime kurtaracak sonra; "Denge"... Tezatlıklardan oluşan bir bütün oluvericem sonunda. Yürüyüp yürüyüp ; "Bu anı bir kere daha yaşamıştım"
diyerek, molalar vericem yol kenarlarında, bir kaç nefeslik.. Kağıt- kalem molasındayım şimdi. Bir sayfa da ben karalarım en fazla...
 EY AKLIM! !BANA MUKAYET OL!!!















Devamını Oku

Yara Limanı

 Kırılırsın...Kimi bilerek yakar canını, acısın diye, kimi bilmez bile senden neleri götürdüğünü,
kimisi de yine bilerek kırar, kendine gelesin diye.. Fark eder mi tavrı, tarzı? Kırar,ezer,geçer,
çoğu zaman ardına bakmadan gider.
 Kırarsın...Bazen bilerek, bazen istemeyerek, bazen sarsmak adına ama kırıp geçersin sen de işte..
Farkın kalmaz seni ezip geçenlerden...Yargılarsan kendini anlarsın senden gidenlerin ne diye gittiğini
Anlamazsan gider durursun boş yere..Gittikçe, geleceğini de çizersin önüne; gittiğin herkesten,
bişreyler götrdüğün her insandan, birşeyler yaşayarak yürümektir artık kaderin.
 Anlamazsın, bir de anlaşılmaz hissedersin...Kırılırsın, kırdığını göremezsin. İçinde bi canavar var,
zaptedemezsin. Önce seni yer bitirir, sonra en yakınını çoğu zaman, en kıyamadığını. Kaçarsın,
insanlardan kaçtığını sanırlar. Susarsın, adını gamsız koyarlar. Gidersin, kaçtı bilirler.
Ne savaş Ya Rabbim!
 Kalmakla çözülmeyecek yaralar saklıdır yürekte bazen. Konuşmakla çözülmeyecek, anlatmakla tükenmeyecek.
Bazen ailenden miras kalır, bazen dosttan, bazen sevgiliden. Zaman ilacıdır deyip kandırmaya çalışırlar.
Zaman..İlaç değilsin.En çabuk yine sen gelip gidersin...Zaman ilaç olduğunu sandığın yaralarını tekrar
tekrar altın tabaklarda sunar önüne.."Afiyet olsun"
 Kalmakla çözemeyince gitmeyi denersin. Gidemezsin. "Nereye gidiyosun birader" der, takılırlar peşine ya da
hiç olmadı, gittiğin yerde yeni bir "yara limanı"...
 Eee ne yapacağız şimdi? Herkes kendi çözümünü bulur elbet...
 Ben buldum; Giden gitsin, kalan sağlar benimdir...
 Ben mi? Olduğum yerde sayarım... Bazen roma rakamlaryla, bazen arapça rakamlarla. Görüntüler farklı,
içerikleri bir.. Yani yine kandırırm kendimi mücadele ediyorum diye...Almanca da sayarım, Fransızca da..
İtalyanca da; Ein, deux, tre.................
Devamını Oku

11 Ocak 2012 Çarşamba

Ben Artık Ezberledim Susmayı

Beklememeyi bilirim ben..
Karanlık gecelerde,gün doğsun diye beklemem mesela..
Hastalandığımda iyileşmeyi de beklemedim hiç..
Beklememeyi öğrendim ben...
Beklerken kaybettiklerim arasında buldum, beklemeyi de...
Beklemezken anladım,
Ne de ağır gelmiş omzuma beklediklerim...
Ertelemedim hüznü,
Unutmadım sevinci,gülmeyi..
Ne gelirse açtım ardına kadar kapılarımı..
Talan etti gelenler;
Kimi yıktı, geçti,
Kimi sevdi..bende kendisini besledi...
Kimi onarayım derken harap etti..
Boşverdim, Öğrendim..
Kırılmamayı öğrendim mesela,
Kırdıklarını görmezlerken,
Sadece kendimi kırdığımı anladım..
En çok da sessizliği öğrendim..
Konuşurken anlatmamayı,
Gülerken;aldatmadan,ağlamayı(!)
Ben artık ezberledim susmayı.
Devamını Oku

Söz Gümüş Elbet,Sükut Altın...

Sustukça çatlatıyor beynimi düşünceler,
Konuşsam ses tellerime yapışıyor yanlış cümleler
Elle tutamıyorum avuçlarımı yakıyor,
Görülebilecek gibi değil,dağları aşıyor..
Zaman geçtikçe büyüyen sadece yaş değil elbet,
Değişen bir insan var en nihayet..
Değişime,büyümek;
Acıya,tecrübe;
Susmaya,gizem adı takılmış..
Duygulara isim takmak marifetten sayılmış...
Nerde kalmış tarif edilemiyen,
Söylemeye dilin hicap ettiği cümleler?
Söz gümüş elbet,
Sükut altın..
Gümüşe altından çok kıymet verirken nerdeydi aklın?
Bekle...Bekle ki dön sözüme
Bekle ki, sen de dön bir bak içine!



Devamını Oku

10 Ocak 2012 Salı

Düşler Ülkesi

Düşler ülkesinde yaşamak lazım şimdi yine..
Dünyadan çoook uzak bi yerde
Yapmadığım şey mi sanki?
Dünyaya sırt çevirmek bu kadar kolayken,
Dünyaya dalıp yara bereyle uğraşmak neden?
Alıp eline gül dalından kılıçları,
En bağlı olduğun yerden keseceksin hayatla bağını,
Zaten sen kesmezsen hikmetinden sual olunmayan,
Sevdiklerinle arana azrailcikler gönderecek
Ayrılık da ölümden zor değil ya.
Çukurlar olacak yollarında,
Düşeceksin,kanayacaksın,
En sevdiğin hislerin çamura bulanacak
Gözyaşından önünü göremeyeceksin,
Köprüler çıkacak karşına, düşler yurduna geçesin diye
Korkacaksın elbet
Feda etmek,vazgeçmek yakıtı olacak ayaklarının
Eksilerek değil,
Ağırlıklarından kurtularak gideceksin
Ayırt etmeyi öğreneceksin;
Acınla-imtihanı
Hayırla,-şerri
Gitmekle-geçmeyi..
Dik durmayı değil belki,
O'na dayanarak güçlü hissedebilmeyi..
Bir düş olacaksın sen de,
Kurduğun hayallerin içinde.. 
Kendine uzaktan bakabildiğinde..
Devamını Oku

Günaydın

Bazen mecburen uyanıyor insan...Gözünü açamasa da, kirpiklerinin arasından sızmaya çalışan ışığa kızıp;
"Al işte,oldu mu, uyandım!" diyerek kalkıyor rahatından.
Bazen uyanmaya fırsatın olmadan bir de bakıyorsun gün bitmiş...
Uyanmamak da var inadına.Uyandım diye herkesi kandırıp,bütün gün uyumak...
Ama en zoru da uyandığın halde,uyuyor gibi yapmak kendi kendne; ürkmesin yüreğin diye.

Bugün uyanmaya vaktim olmadı...
Belki de zaten hiç uyumamıştım?
Sahi ya en son ne zaman uyudum ben?
Yine en güzel yaptığım şeyi yapıyorum işte;
Uyuyor gibi yapıyorum,uyumayı unutmuş gözlerimle..

Günün İçini canımı acıtmayacak elyaflarla dolduruyorum..
Sıkıca tutunuyorum kalbime,takıyorum aklımı koluma,
Ohooo ver elini keyif(!)
İyiyim ben...

Sabah naralarımı sıktım kafama bi kaç el,
Neşterledim idam sehbasında duyguları...
Kan revan içinde koşuyorum güne;"Heeeyy beni de bekle..."
Devamını Oku

9 Ocak 2012 Pazartesi

Gece Yine

Zaman mıdır geceyi,gündüze çeviren?
Yoksa güneş midir geceyi yok eden?
Ya da zaten "güneşin doğuşun"nun gizli öznesi "zaman" mıdır?
Öyle ya,elbet gün doğar..
Günün doğacağını bilenler de, elbet bilir gecenin kapıda olduğunu..
İkindi vakti doğmuş hüznüm; geceye yakın, günü yitirmiş..
İçimde yanan şu küle soğuklar bile kar etmemiş!
Her gün,her gülüş,her huzur ardı, 
Akşama açılmış ruhumun yol geçen hanı kapıları..
Devamını Oku

DolunaY

Gündüzlere kapatıp gözlerimizi, gecelere açar olduk.
Zifiri gecelerde el yordamıyla yürümeye çalışırken de, önümüze gelene çarpar olduk...
Attığımız adımların büyüklüğünü görmek bir yana dursun,ne tarafa yürüdüğümüzü göremedik ki.
İleri mi,yoksa geri mi?
Had, hudud kalmadı.Göz görmeyince gönül katlandı (!)
Gözden ıraklar, gönüle ırak sayıldı (!)
Korkularımız öyle çoğaldı ki artık, yüreği ne yöne pusula etsek altından havf kıvılcımlanır oldu,yaktı yüreği..
Geceyi örttük üstümüze...
Güneş bizi ürkütmekten sakınırcasına dolunaylar gönderdi semamıza.
Başımızı kaldırıp bakmaktansa,önümüzdeki gölgeliklerden korktuk...

Şİmdi biraz ışık görsek, korkup, kurt adama dönüşmemiz bu sebepledir belki...
Karanlığı mı sevdik, yoksa işimize mi geldi körlük...
Aydınlığı mı unuttuk?
Baharı, çiçeği, kuşu, kelebeği...
Yüreğin gözünü kör edince bir kere,
Kaç ışık yaksan göze nafile...
Yönünü unutunca asıl ışığın, çıkan dolunayda başını göğe kaldırcak irade nerde?
Artık gölgelerden kaçmakla, ışığa sövmekle yanan bir ömür...Çekilecek çile mi?
Ey gözümden ırak, gönlüme yakın!
Gönül gözüme sunduklarınla açılsın körlüğüm...
Dağılsın bu karanlık artık, sussun baykuşlar.
Duayı unutturma, var oluş sebebim!
Bu gölgelerden sana döndür yüzümü ki ellerimi semaya açtığımda görebileyim aydınlığı.
İrademe bırakırsan başımı kaldırmayı,irademe İsmi azamından tecelliler lutfet...
Her karanlığın bir aydınlığı ver elbet.
Bekliyorum..Nurundan bi lahzacık sunarsın diye..

Devamını Oku

YalnızlıkErtesi...

Upuzun yalnızlıkları olur bazen insanın.Geceler boyu düşünüp, gündüzleri narkozlu gibi geçirdiği..Hastalığa da benzemez ki, ilaç verince geçsin...
Upuzun sahiller boyu düşünür,düşünür,düşünür..Kıyıya en yakın yerlerde kendi dalgalarını seyreder denizlerde..Yetmez denizler, okyanuslar arar..
Bir ada bulur, içinde tek ayak üstünde durabilecek olsa da küçücük bir kara parçası..
Kendisine tutunmak isterken,her elini uzatışında yüreğine,tırnakları pençe olur da kanatır..
Kalbinin yerini bulamaz bazen ritimsizlikten.
Bir ses, bir kıpırtı,bir esinti olsa diye bekler..Beklemeyi istemeden hem de.
Tutunacak dal istemez insan bazen, keser bütün dalları tek tek..
Yürüyecek yol istemez,kaybeder kendisini yolsuz bi ormanda.
Ufka baktıkça,günü-geceyi gördükçe,yaz-kış geçtikçe,durmakla,beklemekle ölünmediğini anlar insan..
Mecbur adım atar denize,
Başlar ormanda yol yapmaya tekrardan..
Kendine dar ettiği dünyasını, genişletmeye çalışır,çaresiz...
Aslında güçlüdür insan, en az inandığı kadar..
Ve inanmadığı kadar çaresiz..
İmanın içindeki acziyet..Vazgeçmek anındaki teslimiyet..Ve birşeyler olur illaki Hak'tan işaret..
Perde aralanır sanki biraz;
Özlediği güvene, aradığı şefkate, sırtını Yar(adan)a dayamanın hiç bişeye benzemeyen sıcaklığına sarılınca anlar insan. inandığı kadar güçlü olduğunu.
Şaşkınlıkla kızar kendisine,kaybettiği zamana..
Ama o muhteşem kudretin esmalarının parıltılarıyla bakar kendisine..
Şimdi tam da bi ayna hükmündedir..
Ya Şafi!Ya Rahman!Ya Rahim!Ya Cebbar!Ya Müheymin!
Artık olayları da unutur,insanları da, o gözleri kamaştıran İsm-i Azamın içinde.
Madem ki Melik Sensin Ya Rabb, ne haddime oturup ağlamak..
Şefkat tokatlarının içimi yakan hüznünün sebebi Keffaret midir,imtihan mı,sarsılmak mı..
Bilemem..Sebebe ihtiyacım yok artık..Sonucu Sana böylesine sığınmaksa boğ beni hüzünle,başım üstüne..
Elhamdülillah..

"Mâdem hayat Esmâ-i Hüsnânın nukuşunu gösterir; hayatın başına gelen Her şey hasendir. Meselâ, gayet zengin, nihayet derecede sanatkâr ve çok sanatlarda mâhir bir zât,
âsâr-ı sanatını, hem kıymettar servetini göstermek için, âdi bir miskin adamı, modellik vazifesini gördürmek için, bir ücrete mukabil, bir saatte murassâ, musannâ, yaptığı
 gömleği giydirir, onun üstünde işler ve vaziyetler verir, tebdil eder; hem, her nevi sanatını göstermek için keser, değiştirir, uzatır, kısaltır. Acaba şu ücretli miskin adam, o zâta dese,
"Bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmakla vaziyet veriyorsun, beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun"demeye hak kazanabilir mi? "Merhametsizlik, insafsızlık ettin"diyebilir mi?
İşte, onun gibi, Sâni-i Zülcelâl, Fâtır-ı Bîmisâl, zîhayata göz, kulak, akıl, kalp gibi havâs ve letâif ile murassâ olarak giydirdiği vücud gömleğini Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını göstermek
 için çok hâlât içinde çevirir, çok vaziyetlerde değiştirir. Elemler, musîbetler nevinde olan keyfiyât, bâzı esmâsının ahkâmını göstermek için lemeât-ı hikmet içinde bâzı şuâât-ı rahmet
ve o şuâât-ı rahmet içinde latîf güzellikler vardır."26. Söz 4. Mebhas
Devamını Oku

8 Ocak 2012 Pazar

Selam olsun...

Bilinmeyen,tanınmayan yerlere ilk adımı atmakta çekinsem de,tatlı bir heyecanı da olmuyor değil..
İlk adımdan sonra kolaylaşıyor herşey...
Yeni şeyler her zaman iyi geliyor insana.Gönlümün tenha kıyılarından yol bulup,satırlara dökülenleri,bambaşka gözlerin okuyup,bambaşka gönüllerin hissedip,farklı pencerelerden bakan zihinlerin düşünecek olabilme fikri garip bir beklenti uyandırıyor bende sanırım..
Her yönümle,her halimle,benliğimle ilerde dönüp arşivime baktığımda hatıra kalsın istiyorum bu blog..Hatıralarıma renk katacak,beni eleştirecek,teşvik edecek,düşündürecek,öğretecek,gören gözler olsun istedim..Onlara selam olsun..Hayır olsun inş...
Devamını Oku