“Yaşamak” endişesi sarmış milleti. Ne tarafa dönsem; ya
hayatını yaşamak isteyenlerin hırsına çarpıyorum, ya da yaşamak istediklerini
yaşayamayanların ağlamalarına. Ne yaşadıklarına şükredebilmeyi öğreniyorlar, ne
de yaşayamadıklarına Allah’ ın hayrı olarak bakmayı. Rabbim ne sabırlı, ne Kerim!
Hala herkesin isteklerini de dinliyor,
gönlünün sızısını da.
Kalpteki üzüntünün de hikmetleri
var. Hikmetlerin hakkını teslim edebilmek lazım. Bir düşünmeli; Sınırsız
acıları kalbinde hissedebilen insan, bu dünyada yaşamak için uğraşmakla acısını
azaltabilir mi? Hadi kendini bastırıp, bir şekilde bunu başardı diyelim, ya
sonra? Eline en fazla ne geçebilir bu dünya adına? Devamı gelmeyecek
lezzetlerle mi kandıracak kendisini?
Dünyayı kalpten terk etmek
isteyen insan, önce kendi dünyasında musibet sandığı ama aslında kendisine
hayır olan olaylardan doğan feryatlarını terk etmeli. “Fıtratımda hüzün var”
deyip, kaçılmıyor. Verilen o hüzün nimeti acaba neden bende var diye kaçımız
düşündük ki? Belki de kızdık kendimize, “Ben neden böyleyim” diye. Öyleyse,
önce duyguları Hakka eriştirmek gerekli.
Bir husus daha var ki; bu benim
de en çabuk hataya düştüğüm konu. “İnsanlara kızmak” Çok tabii gelişen bir duygu, refleks belki.
Halbuki; insanlar sadece sebep, Yaradanın göstermek istedikleri farklı. Bazen
diyorum ki, insanların kalbimi kıracağını düşündüğüm anlarda; gözümü kapatıp,
unutayım karşımdakini, hatta söylediklerini de duymayayım. Cümlelerin arkasını
görene kadar gözümü de ağzımı da açmayayım. Allah yardım eder de görürsem
sırrını, gözümü açtıktan sonra, benden daha güçlüsü olabilir mı?
Ömür geçiyor. Ne kadar vaktimiz
kaldı bilinmez. En azından tefekkür
etmekle başlayıp, yaşayıp, uygulamayı
istemek lazım. O’ nun hazinesi geniş.
Bir ömürde alamayacağınız huzuru, tek nefesinize sığdırmak da O’nun iradesinde.
Arayışınızı görüp, ahirette sonsuz saadetle size cevap vermek de.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder