23 Mart 2012 Cuma

Batan Güneşle Ben.

Batan güneş hüznümün habercisi yine. Yalnızlık kaplı içimde. Geçmişe duyduğum özlemlerim, geleceğe dair korkularım... Hepsi güneşin batışıyla su yüzüne çıkmaya başladı işte.

Bu hüzün çok tanıdık. İnce bir sızı önce, sonra uzun uzun düşünceler... Kim bilir, belki de bu ince sızıyı seviyorumdur.

Düşündükçe görebiliyor insan, gerçekleri... Yaşarken kızdığım hâdiseler, “Hep beni mi bulurlar?” dediklerim, gün geliyor, “İyi ki beni bulmuşlar” dedirtiyorlar. “Her şerde dahi bir hayır vardır” diyorum,ama, ancak hayrını gördüğüm zaman şerre sitemim diniyor. İlkinde anlamıyor insan, ikincisinde göremiyor... Rabb’im öyle sabırlı ki, tam manasıyla idrak edene kadar aynı yerden vuruyor şefkat tokatlarını. O’nun şefkat tokatlarıyla sevdim ben bu ince sızıyı.

İnsanı insan yapan, yaşadıklarıdır. Çok derdi olan, dönüp Rabb’ine sığındıysa olgun olandır. O’na sığınmak... Küçük bir çocuğun annesinden işittiği azara rağmen dönüp yine ona sarılarak teselli bulması gibi, O’ndan gelene ancak O’na sığınarak dayanabiliyor insan. Yarayı veren Yaradan’sa, devası da ondadır, tesellisi de.

Hani hep dayanma gücü isteriz O’ndan, kaldıramayacağımız yükle imtihan etme deriz. Peki gerçekte dayanma gücünü nerde arıyoruz? Boş sevgilerde, “kişisel gelişim” kitaplarında, terapilerde...

Aradığımız bir yol adresi var, ama elimizdeki adresler hep çıkmaz sokak. Asrın insanı bu yüzden dertli. Sonra, bir de aradığımızı bulamayınca, kızmalarımız var; sağa sola. Sanki yapılması gerekeni yaptık, uğraştık, çabaladık da netice alamadık. Şuçluları dışarıda arıyoruz hep, nedense hiç dönüp aynaya tutamıyoruz içimizdekileri.

Velev ki elimizden gelen herşeyi yaptık diyelim, yine de kimseye kızmaya hakkımız yok ki. Sanırım biz sebepleri, vesileleri çok önemsiyoruz. Böyle yaptıkça da hikmet perdesi kalınlaşıyor, asıl gerçeği göremiyoruz. Gerçekleri göremedikçe kızgınlığımız daha da artıyor. Herkese, herşeye öfkeli değil mi artık insanlar. Hep kızsacak birşeyleri var. Patronuna kızan mı arasınız, öğretmenine kızan mı... Hattâ yolda yürüyen insanlara bile “Ne diye dışarıda geziyorlar ki?” diye homurdanan, sinirlenen mi arasınız. Kime nasıl olduğunu sorsanız, şikayetlere başlar oldu artık.

Peki ama bizi gerçeklerden ne uzaklaştırdı bu kadar? Birilerine kızarken, kızdığımız gerçekte (haşa) Yaradan değil mi?

Aslında içimizde bunları sorgulamaktan korktuğumuz için sebeplere yükledik herşeyi. Vicdanlarımızı körleştirip, aklanmaya çalıştık. Bir başbaşa kalsak kendimizle, kızdığımızın kendimiz olacağını anlayacağız. Lakin bırakın yalnız kalmayı, öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, herkes aslî vazifelerini bile yapamayacak kadar yoğun. Tabir-i caizse; “Kafalarını kaşıyacak vakitleri yok! ”

İnsanın kendinin tanımaya bile vakti yoksa, niye yaşar ki? Kendisini tanımayan başkasını anlayamaz, başkasını anlayamayan bencil olur, bencil olan ise kendisinde göremez suçu. Netice, sokaklarda barut gibi gezen bir sürü insan.

O zaman, önce kendisine dönmeli insan. Kalbine ayna tutabilmeli, kendisini tanımalı, kendisini duymalı. İçindeki sese kulak vermeli. İçindeki sesi imanla beslemeli, bilmeli ki, içindeki sesi imanla beslerse zor anında, çözüm bulamadığı durumlarda doğru yolu imanının sesi bulduracaktır kendisine.

İçimdeki sızıyla başlayan düşünceler nerelere getirdi beni. Başta da dedim ya, düşündükçe anlıyor insna gerçekleri...

Güneşin batışıyla içimi kaplayan hüzün, yerini geceye bırakmakta artık. Ben hüznümü bu yüzden seviyorum. Çünkü; biliyorum, sabaha çıkabilmem için önce zifiri karanlıklarda tek tek ışıkları açmam gerekiyor. Şimdi zihnim aydınlık, kalbim mutmain. Bir yol daha son buluyor düşünce alemimde. Belki de yeni başlıyor, bilemiyorum, ama şundan eminim; daha yürünecek çok yol, açılacak çok ışık, bekleyen çok soru ve bilmediğimi çok “ben” var içimde.

Kendimle her buluşmamda tekrar tanışıyorum “ben”le. Ve her seferinde, ister iyi olsun, ister kötü “Tanıştığıma memnun oldum!”, diyebiliyorum kendime.
Kendinizi ihmal etmeyin, tanışın. Tanıştığınıza memnun olacaksınız.
Devamını Oku

20 Mart 2012 Salı

Yalancı Bahar


Baharın yalancısı kalıcı hasar verir aslında ama içinde "Bahar" kelimesi geçtiğinden,"Yalancı bahar", "Yalancı"dan daha masum gözükür göze..
Olduğunuz yerden bakınca dışarı sımsıcak,taptaze,çehresine mor sümbüller takmış gözükür...Öyle bir çeker ki o güneş kendisine,
sonunda yanmak da olsa, bile bile gidersiniz..Engel de olunmaz ki zaten.İrade devredışı kalır.Göz, güneşe hasret..Hasret ki dağlar deldirir adama.
Yürüdükçe güneşe doğru ısınmaya başlarsınız..Ne yakar şimdi ne de üşürsünüz..Burnunuza çalınan kokular,etraftaki mor sümbüller de cabası..
Sanki bir büyüye kapılmış,sadece bülbül seslerini duyarak kanatlanırsınız siz de güneşin gittiği yere..
Yürümekle ulaşılmayacağını bile bile gidersiniz..
Güneş bu..Geceleri hep yalnız bırakır meftunlarını..Birden kayboluverir gözlerinizin önünde..Keskin olur bahar soğuğu güneş gidince..
Sonunda bahar gribine de yakalanırsınız.Ertesi gün meftunu olduğunuz güneş yine açsa, siz yine bile bile gidersiniz üstüne üstüne..
Geceleri hastalklarla boğuşup, gündüz yanmaya gidersiniz..Bahar çarpar..Güneş hasta da eder..Sonunda öyle bir hale bürünürsünüz ki,
hastalıktan kalkamaz,güneşe gidemez,bahara yürüyemez olursunuz..Perdeleri açsanız; güneşi görüp, dokunamamk zor gelir sıcağına..
Kapatsanız; orda olduğunu bilip de görememek ağır gelir hastalanmış ruhunuza..Sonunda ya yanarsınız,ya da buz kesersiniz bu bahar güneşi uğruna..
Oysa o, siz olsanız da olmasanız da doğacak her gün oraya..Ve elbet batacak..O vakit,ne sıcak kalacak,ne mor sümbüller gözükecek,ne bülbüller ötecek..
O mor sümbül kokuları burnunuza çalındıkça, hayalinize doğacak güneş..İşte o zaman yanma vaktidir..
Bir muson yağmuru gerek şimdi..Bir sel, bir tufan..
Güneşe küsmek ne mümkün..Lakin yangından kurtulup yürüyebilmek için yağmursuz yaşamak ne mümkün?
İklimim şaştı..Güneşime yağmurlar yağıyor..Rüzgarlarım hortumlara dönüşüp boğuyor..
Bi kelebek alırım avcuma diye koşarken fırtına yönümü değiştiriyor..
Güneş üşütürken,yağmurlar yakıyor..
Bahar...Yalancı bahar..Yalansın ya,baharını da al..Ben kışıma dönüyorum..
Devamını Oku

13 Mart 2012 Salı

Hayat Ne Kadar Zor(!)

  "Hayat ne kadar zor" derken,gerçekten hayatın neden zorlaştığını kaç kere düşünüyoruz?Kendi kendimizi boğduğumuz anlar,saçma sapan takıntılarımız,hırslarımız,üzüntülerimiz..Kendi hayatımızda,dört duvar arasında kalıp,dizginleri başkalarının ellerine bırakmalarımız..Işıkları kapatıp, karanlıktan;ayazlara çıkıp, soğuktan şikayet ediyoruz..Yok yok, dahası da var; ışığa,rüzgara sövüyoruz..Elimizden geleni ardımıza koymuyoruz kendimiz için ,sonra ardımıza bakıp;" Vay be,ne acılar çektim",sızlanmalarına başlıyoruz.Yahu bir de sorar insan "Neden" diye..Herşeye sahip olmak isteyen insanoğlu,bir tek hatalarına sahip çıkmaktan kaçıyor..Şerlerin içindeki hayırları görmek cihetinden bahsetmiyorum bile.Kabullenmediğimiz her hata,her acı bu inkar ediş yolunda taşınmaz yüklere dönüşüyor,zamanla yürüyemez hale getiriyor,üzerine bir de sırtımızda taşıdığımız insanlar ekleniyor.Sonunda yürümekten vazgeçiyoruz..Sahi "Hayat ne kadar da zor!" Hatıralarımıza zincirliyoruz kendimizi.Bileklerimizden kesip,akıtıyoruz oluk oluk yaşama sevincimizi.Kendimizi sevk edebileceğimiz yollar apaçık adreslerde elimize verilmiş oysa ezelden,biz yine de burnumuzun dikine gidiyoruz.Yaşarken,olayların dışından kendimize bakmak çok mu zor sahiden,yoksa biz bir türlü faniliği algılayamadığımızdan mı bu kadar kaptırıyoruz kendimizi?
  Şefkat tokatlarını bazen kaldıramadığım oluyor,anlayabildiğim nisbette teskin etmeye çalışıyorum gönlümü.Tevekkül sığınağında,dua terapilerinden daha büyük teskin var mıdır bilemiyorum.Susmak,sabretmek değildir aslında.Susmak;O'na güvenip,O'na havale edip,sabretmen gerektiğini düşündüğün olayın, hayrını fark etmeye çalışmaktır.Düşünmektir susmak..Kendini görüp,idrak edebilmektir hataları.Susunca dinlenmez insan,aksine yorgunluğu artar.Susmak,sadece O'na anlatmaktır aslında.O'nun yarattığını O'ndan iyi bilen,tanıyan olamaz ya..Susmak,yüz çevirmektir O'ndan gayrısına...
  Sessizlikteki huzuru bulmak ruha ondan kolay gelir ya zaten.Bütün o karmakarışıklıktan kaçıp,sessizlikle kucaklaşmaya hasrettir insan.Bu dünya için yaratılmış olsaydık,içimizde sebepsiz sandığımız sıkıntılar olmazdı herhalde.Ruhumuz,beni O'na kavuştur derken,biz canımız sıkılıyor sanıp,kendimize oyuncaklar seçip,eziyet ediyoruz..
  Öyle ya;"Hayat çok zor" Bilmek,farketmek,anlamak,okumak,tefekkür etmek,susmak ne kadar da zor(!)...

Devamını Oku

11 Mart 2012 Pazar

Yazamamak Ne Acı...

 Anlatamamak ne acı..Bilmek,en derinden hissederek yaşamak ama yazamamak..Yüreğimde binbir kilit,dilimde prangalar,bir kalemim var aslında dilediğince özgür..Lakin bazen o kadar alışıyorum ki duvarlarımın arkasında kilitli kalmaya,yazmak bile gelmiyor aklıma.Aklıma gelse işime gelmiyor galiba..Bazen soranlar oluyor;"Kime yazıyorsun,kime sesini duyurmak amacın" diye.Kendi kendime attığım nutukları,çığlıkları birilerine atfetmek daha kolay aslında..Ama kendim için yazıyorum deyince deli yaftası da yer miyim acaba?Öyle ya kendi kendine konuşmakla,yazmak arasında "sesli harf"eksikliği var sadece..
  Upuzun bi yolda koşuyorum,etrafta ne olduğunu göremeyecek kadar hızlı hem de görmek istediğim tek birşey var ama ne olduğunu ben bile bilmiyorum.Bir çıksa karşıma;"Evet,işte bu!" diyeceğim ama göremiyorum,bulamıyorum.İçimdeki çok bilmiş,idrak etmiş,herşeyden emin,mantıklı,sebebi sonucu bilen Feyza durumun farkında tabi(!)..Ne aradığını,neyi bulunca mutlu olduğunu biliyor.Zaten O,hep herşeyi biliyor(!) Ben ondan sıkılıp kaçıyorum,arıyorum var gücümle...Yoruldukça molalar veriyorum insanların kıyılarında,yamaçlarında.Onların yollarında yürüyorum bazen de sonra şimşekler çaktırıyor bazıları beynimde,bazıları yüreğimde..Kendi yoluma kestirmeden çıkıp koşturmaya başlıyorum yine..Düşe kalka,yara-bere içinde,bazen gül bahçelerinden,bazen bataklıklardan geçerek ilerliyorum..İlerledikçe,yolun uzunluğu bıktırıyor,kırıyor şevkimi..Acaba diyorum yolda olduğumu unutsam çabucak biter mi?Yoksa bulmak istediğim her neyse onu unutsam,öylesine yürüyormuş gibi yapsam?Bir amacım olmasa yürür müyüm aynı yollarda?Sıkılıyorum kendimden,sormaktan,yol alıyorum sanıp aynı yerlere varacakmışım gibi hissetmekten..Kendi kendime nasihat vermekten usanıyorum..
  Bir avuç dostumla kainatlar aşıyorum oysa ben..Bir avuç dost,her biri ayrı dünya.Tebessümlerinde cennet ırmakları,gözyaşlarında muson yağmurları..Anlatamamak ne acı..Hissetmek,bilmek ama kelimesiz kalmak ne büyük yoksulluk..
  Dilsizliğime selam olsun,dilim dilim kıydığı yüreğime "sus"ları yükleyen, aklıma selam olsun.Aklımın kılıcını kıran yüreğime sitemim olsun..Huzur bulduğum seccademe aşk olsun,aşık olsun,aşk dolsun..
Devamını Oku