7 Kasım 2012 Çarşamba

Sessizlik Muhasebeleri- 1


 Sessizliği ruhuma zırh yaptığım günlerde, duyduğum çığlıkları yazmaya çalışıyorum bazen. Kalemi kağıdı elime her alışımda birkaç karalama yapıp, geri dönüyorum. Farkındayım düşündüklerimi yazmaktan ne kadar aciz olduğumu. Lakin duygu ve düşünce bu kadar ayrı kulvarda yürümemeli diyorum. Bir yerlerde kesişmez mi yolları hiç?
  Aklımla attığım bir adımda, kalbime takılmış prangalar tonlarca ağırlığa dönüşüyor. O ağırlıktan kurtulayım derken de aklım kalıyor geride. İkna metodlarım mı yanlış acaba?
 Mesela; duygusal yükle, akli sorumluluk azabı eşdeğer olacak anlarda ne yapmam gerektiğini bilsem de, “seçim yapmak” eylemi bütün şevkimi kırıyor. Nefsim, yaptıklarımın sorumluluğunu almaktan bile bu kadar korkarken, enem hala neyin mücadelesini vermekte?
  Acziyet duygusu,  müphem bir “anlaşılabilmek” arzusu doğuruyor bende. Önce ben anlıyorum aczimi, sonra istiyorum ki benim aczimi herkes bilsin, biraz da ona göre muamele göreyim. Bu sefer  de bildiklerimle çelişiyorum yine. Öyle ya, mü’min’in aczi yalnızca Rabbine. Demek ki, benim anlaşılmak isteğim fıtri de, fani olanlar anlasa ne çıkar? Anlaşılarak, kaçmaya mı çalışıyorum? “Bu aralar yorgunum biraz, kabuğuma çekilmek istiyorum, ondan sessizim.” Tam da bu cümlelerin öznesiyim ben işte.
  “Dünya yorucu bir savaş meydanıdır.”  Yorulmak tabii olanı benim için de. İnsan acziyetini en derinlerde hissettiği zaman, sosyallikten kopuyor ister istemez. Vakit;  Yaradana halimi anlatma vakti. Kulların bilmediklerini, Allah’ tan dileme vakti. Belki tüm seslerden uzak, belki  bütün seslerin içinde.
  Kendime fazlayım eğer Sen olmazsan ve o kadar eksiğim ki Sen tamamlamazsan… Beni, kendime yük etme! (Amiin)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder